Şiir

Şiir
Ben Osmanlıyım

Okudum Not Aldım

Okudum Not Aldım
Hayatta İki Şey

Türkçe... (Mi?)

Türkçe... (Mi?)
Tehlike...

Okudum Not Aldım

Okudum Not Aldım
Ne Çıkar Ateşböceği Sansalar Bizi…

Kişilik

27 Ağustos 2010 Cuma


"1982 yılı...
Gazi Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu'nda 2. sınıf öğrencileri Türkiye Ekonomisi dersinin hocasını bekliyor.
Sınıf, öğrencilerin gürültü patırtısıyla sallanırken sert görünümlü hoca kapıda beliriyor. İçeriye kızgın bir bakış atıp kürsüye geçiyor.
Tebeşirle tahtaya kocaman bir (1) rakamı çiziyor.
"Bakın" diyor. "Bu, kişiliktir. Hayatta sahip olabileceğiniz en değerli şey..."
Sonra (1)'in yanına bir (0) koyuyor:
"Bu, başarıdır. Başarılı bir kişilik (1)'i (10) yapar".
Bir (0) daha...
"Bu, tecrübedir. (10) iken (100) olursunuz."
Sıfırlar böyle uzayıp gidiyor: Yetenek... Disiplin... Sevgi...
Eklenen her yeni (0)'ın kişiliği 10 kat zenginleştirdiğini anlatıyor hoca...
Sonra eline silgiyi alıp en baştaki (1)'i siliyor.
Geriye bir sürü sıfır kalıyor.
Ve Hoca yorumu patlatıyor:
"Kişiliğiniz yoksa, öbürleri hiçtir!!!..."
Sınıf, mesajı alıp sessizliğe gömülüyor."

?

Hepimiz Osmanlıyız!.. - II -

Sultan II. Abdülhamid Han’ın başkadın efendilerinden biri hayli yaşlanmış olduğu halde Teşvikiye’de mukimdir. Bir sabah ezan vakti kapıları çalınır. Kapıyı kadın efendinin kızı açar ve açmasıyla birlikte donakalır. Karşısında Başvekil Adnan Menderes durmaktadır. Hemen kendini toparlayarak içeri buyur eder. Başkadın efendi gelenin kim olduğunu sorar? Kızı ne desin? Başvekil dese, o da ne? diyecek Saniyelik bir tereddütten sonra cevabı şu şekilde verir:
-Türkiye’nin sadrazamı.
“Türkiye’nin Sadrazamı” hal-hatır faslından sonra ikram edilen bir fincan kahveyi içer ve müsaade ister. Ayağa kalkarken koyun cebinden çıkarttığı zarfı önündeki sehpaya yavaşça bırakır “ihtiyaçlarınız için âcizâne hediyemizdir.”
Menderes niçin asıldı?
Şunlardan dersek bize katılır mısınız?
Ezanın Arapça okunmasına izin verdiği için.
Bu millet isterse Hilafeti de getirir dediği için.
Ben Orduyu yedek subaylarla da idare ederim dediği için.
Osmanlıyı böylesine sevdiği için.
Çeyrek asır önceydi...
Fatih’teki Hakikat Kitabevi, o zaman Işık Kitabevi’nin deposuydu. Bir bayram sabahı bu depoyu arkadaşlarla doldurmuştuk. Tam İlmihal kitabının müellifi Hüseyin Hilmi Işık Hocamız, mütebessim bir çehreyle içeri girdiler Bizlerle teker teker bayramlaştılar. Şöyle diyorlardı: “Iydiniz saîd olsun kardeşim”. Bayramlaşmadan sonra ilk sözleri şu oldu: “Bizim ilk mürşidimiz ana-babalarımızdır. Sonraki mürşidimiz ise Osmanoğullarıdır. Osmanoğulları olmasaydı şimdi kim bilir neydik?”
Bundan 15 yıl kadar önceydi. Hacegân Lokantasında bir velime yemeğindeydik. Eski Van Müftüsü muhterem Kasım Arvasi ile yan yana oturuyorduk. Söz, Osmanoğullarına geldi. Müftü amcamız, bir şey dediler. O güne dek hiç işitmemiştik. “Abdülhakim Arvasi Hazretleri buyurdular ki; ‘Osman-oğulları seyyid idiler fakat her ne hikmetse bunu âşikâr etmediler.’
Mehmet Said Arvas Hocamız, Hollanda’da bir hadise anlattılar. “Bir gün birisi Timur Han’ı rüyasında görür. Cehenneme götürmektedirler. Tam o esnada Sevgili Peygamberimiz -aleyhisselam- görünür. ‘Durun’ buyururlar, ‘Bu, evlatlarıma çok hizmet etti!’ Timur, kurtulur. Said Hocamız, devam ettiler: “Bu hadiseyi bir yerde anlattığımda dinleyen gençlerden biri şöyle sordu; ‘Peki efendim, o devirde yaşasaydık Yıldırım’ın mı, Timur’un mu yanında yer alacaktık?’ Said Hoca, şu cevabı vermiş: “Tabii ki Yıldırım’ın yanında yer alırdık. Çünkü Abdülhakim Arvasi Hazretleri buyurdular ki; ‘Eshabı Kiramdan sonra İslamiyet’e en büyük hizmeti Osmanoğulları yapmıştır...”
Bu yüksek şerefi Türk Milletine Hânedân-ı âli Osman bağışlamıştır.
Bu aile, 1924’te Türk Milleti adına, fakat Türk milletine rağmen, bu ülkeden 48 saat içinde yurt dışı edildi. Onlardan bazıları yoksul düştü ancak asla ahlaktan düşmediler. En zor zamanlarında bile devlete küsmediler, devlet aleyhine tek kelime etmediler.
Şehzade Ertuğrul Osman Osmanoğlu, İstanbul’da vefat etti. Hanedan Reisi bu Osmanoğlunun hususiyeti, Saray Terbiyesi ile büyümüş son kişi olmasıydı.
Hanedan’ın, Türk milletinin, Osmanlı Milletler Topluluğu’nun başı sağ olsun.
Şehzade Ertuğrul Osmanoğlu’na rahmet niyaz ediyoruz..
Onun ölümüyle Osmanlı bitmedi.
Osmanlı, bu milletin şahs-ı
mânevisinde mündemiçtir.
Çünkü, hepimiz Osmanlıyız.
Bu toprakların her unsuru, Türk, Kürt, Arap, Ermeni, Rum, Arnavut, Bulgar... hepimiz.
Çünkü biz, Devlet-i Ebed Müddetiz.

Entellektüel Boyut - Rahim Er
29 Eylül 2009 Salı
Türkiye Gazetesi

Hepimiz Osmanlıyız!.. - I -

> Washington DC

Sene 1952, Başvekil Adnan Menderes, Fransa’ya resmi bir ziyaret yapar. O ziyaret esnasında Hanedan-ı âli Osman’dan bazı kadın âzâların Fransız ordusunda çamaşırcılık yaptığını öğrenir. Buna çok üzülür, kalbi burkulur. Türkiye’ye dönüşünde Çankaya’ya çıkar. Reis-i Cumhur Celal Bayar’dır. Başvekil, ziyaretine dair malumatı arz ettikten sonra Hanedan mensubu kadınların içine düştükleri perişan vaziyeti dile getirir.
Merhum Başvekil şunu der:
-Bunlar, bu millete 650 sene hizmet etmiş bir ailenin ferdleridir. Şu oldu-bu oldu, doğru yanlış, her ne ise şu ân memleket haricindeler ve vaziyetleri de hepimizin hicaptan yüzünü kızartacak hâldedir. Zât-ı âlilerine şunu teklif ediyorum “vatana kabul edelim, bari kendi ordumuzda aynı işi yapsınlar.” Bayar, olanca gaddarlığını takınarak teklifi reddeder “hayır!” Zira “Atatürk, seni sevmek ibadettir!” diyen kıdemli bir ittihatçının böyle bir teklifi kabul etmesi kendini inkâr olacaktır. Cevap üzerine Menderes, masadan boş bir kâğıdı kaptığı gibi istifa istidasını yazar ve odayı sür’atle terk eder. Muhatabı, merkepten düşmüş gibidir. Arkasından baka kalır. Kendini toparlar toparlamaz da adamlar koşturur. Galip gelen zarif Menderes’tir. Böylece kısa süre sonra “Hanedanın kadın azalarının yurda kabulüne dair kanun” ismiyle bir kanun çıkartılır. Sadece Hanımlara yol açılmıştır. Bazıları gelirler. Çünkü bu defa da aileler parçalanmaktadır. Çoğu kırgındır. Bazı erkekler ise İstanbul’u uzaktan da olsa bir kere seyredebilmek için Boğazdan transit geçen gemilere binerler.
Hanedanın erkek üyelerini kabulü için 1974 yılına kadar beklemek gerekecektir.
1960’lı yılların sonuna doğru Kadir Mısıroğlu OSMANOĞULLARININ DRAMI ismindeki fevkalade kıymetli eserini hazırlamak için yaptığı araştırmalar zımnında Fransa’nın Nice şehrine de gider. Sultan Abdülaziz Han’ın oğlu Şehzade Mahmud Şevket Efendi, burada yaşamaktadır. Çektikleriyle şehzadeyi civanbaht mı, şehzadeyi bedbaht mı olduğu münakaşa mevzuu olacak olan şehzade, yatalak kızı Nermin Sultan’la birliktedir. Ressamlık yaparak hayatını idame ettirmektedir.
Muhterem Mısıroğlu ile şehzade Efendi’nin konuşmalarında Şehzadenin şu hükmü, muhteşem bir tarihi tesbittir. Şöyle der:
-Erkek âzâlara da izin verecekler. Fakat Saray terbiyesi ile büyümüş nesiller vefat ettikten sonra.
Burada anahtar kelime Saray Terbiyesidir.
Sene 1974, CHP-MSP iktidarı iş başındadır. Başbakan Bülent Ecevit’tir. Komünist militanlar için af çıkartılacaktır. Demokratik Parti Konya Milletvekili Hasan Korkmazcan ve bir kısım arkadaşlarının teklifiyle çıkacak kanuna bir fıkra daha eklenir. O fıkra, Osmanoğulları’nın erkek evladının da Türkiye’ye gelmesine imkân vermektedir. O sırada birçok kimse bu kanuna muhalefet etti. Anarşist ve komünistlerle birlikte bir af hazmedilemiyordu.
İmkân veya izin değil de af.
Kim kimi affedecekti?
Kim kimi affetmişti?

Entellektüel Boyut - Rahim Er
28 Eylül 2009 Pazartesi
Türkiye Gazetesi

Tenkitten hoşlanır mısınız?

Dürüst olalım. Kimse eleştiriden, yaptığı işin kritik edilmesinden haz etmez. İnsanın tabiatında takdir edilme ihtiyacı vardır. Marifet iltifata tabidir sözü herkesin malumudur. “Eleştirilere açığım” diyenler dahi, o “güvenli duruş”un altında “eleştiri olmasa keşke...” hissini saklarlar. Duygusal olarak böyle; lakin aklı selim sahibi olanlar, rasyonel davrananlar, yaptıklarından emin olanlar, komplekslerinden arınmış olanlar için eleştiri, rahatsız edici olmaktan çıkar. Hatta faydalanılan, “daha iyisi için dikkate alınan” bir “geri besleme” unsuru haline gelir. Mesela, yaptığı işe, sahip olduğu makama uygun niteliğe sahip olan, eğitim, donanım, yetenek olarak yeterli olduğunu bilen bir kimse tenkit edildiğinde, bundan gocunmaz; kendini savunsa dahi, o tenkidin içinden işine yarayacak birşeyler bulur ve bir dahaki sefer için değerlendirmek üzere dağarcığına atar. Evet, eleştirilmekten o da hoşlanmaz ama, istifade etme cihetine gider. Rahattır, zira kendini savunmaya ve negatif düşünmeye sevkeden kompleksleri yoktur.

Hasım
Kendinden ve niteliklerinden emin olmayanlarsa eleştiriyi, “kendilerine karşı yapılan bir hamle, düşmanca tutum” gibi algılarlar. Hemen savunmaya ve bu arada da eleştiri sahibine yönelik ithamlara girişirler. Zira eleştirinin, dikkatleri kendi noksanlarına, yetersizliklerine çekmesinden tedirgin olurlar. Her tenkidi, kendi donanım eksikliklerine yapılan bir vurgu olarak kabul ederler. Zira kendilerine bir türlü güvenememektedirler; yapılan her eleştiriyi, elde ettikleri mevkiye veya imkânlara yönelik bir saldırı olarak görürler. Haliyle de “eleştiriden istifade etme imkânını” ıskalarlar. Her eleştiri bir “saldırı” olduğu için de, “mukabil saldırıya geçerler”. Böylelikle kendilerini “savunurlar”. Oysa, yapıcı manadaki her eleştiri, kendi içinde bir tekamülü de barındırır. Eleştiri, yaptıklarımızın başkaları tarafından da dikkate alındığını, değerlendirildiğini gösterir. Tenkit ediliyorsak önemseniyoruz demektir. O halde kızmaya, tedirgin olmaya, savunmaya geçmeye gerek yok; eleştiri dinamizm getirir.

Türkiye Gazetesi
Mustafa Selçuk
24 Şubat 2007 Cumartesi
 

2009 ·Vefâ Arşivi by TNB