Şiir

Şiir
Ben Osmanlıyım

Okudum Not Aldım

Okudum Not Aldım
Hayatta İki Şey

Türkçe... (Mi?)

Türkçe... (Mi?)
Tehlike...

Okudum Not Aldım

Okudum Not Aldım
Ne Çıkar Ateşböceği Sansalar Bizi…

Okudum Not Aldım

30 Mart 2009 Pazartesi

"Hafif acılar konuşabilir ama derin acılar dilsizdir…"
L. A. Seneca

Hayatta İki Şey

18 Mart 2009 Çarşamba


İki şey; kalitesiz insanın özelliğidir:
1- Şikâyetçilik.
2- Dedikodu.

İki şey; çözümsüz problemleri bile çözer:
1- Bakış açısını değiştirmek.
2- Karşındakinin yerine kendini koyabilmek.

İki şey; yanlış yapmayı engeller:
1- Şahıs ve olayları akıl ve kalp süzgecinden geçirmek.
2- Hak yememek.

İki şey; kişiyi gözden düşürür:
1- Demagoji (Laf kalabalığı).
2- Kendini ağıra satmak (övünmek).

İki şey; insanı nitelikli insan yapar:
1- İradeye hakim olmak.
2- Uyumlu olmak.

İki şey; ekstra değer katar:
1- Hitabet ve diksiyon eğitimi almak.
2- Anlayarak hızlı okumayı öğrenmek .

İki şey; geri bırakır:
1- Kararsızlık.
2- Cesaretsizlik.

İki şey; yeni şeyleri ortaya çıkarmayı sağlar:
1- Nitelikli çevre.
2- Biraz delilik.

İki şey; ömür boyu boşa kürek çekmemeyi sağlar:
1- Bir işe kabiliyetli olmak.
2- Sevdiği işi yapmak.

İki şey; başarının sırrıdır:
1- Ustalardan ustalığı öğrenmek.
2- Kendini güncellemek.

İki şey; başarıyı mutlulukla beraber yakalamanın sırrıdır:
1- Niyetin saf olması.
2- Ruhsal farkındalık.

İki şey; milyonlarca insandan ayırır:
1- Problem değil, çözümün parçası olmak.
2- Hayata ve herşeye yeni (orijinal, farklı) bakış açısıyla yaklaşabilmek.

İki şey; gelişmeyi engeller:
1- Aşırılık (mübalağa, abartı, ifrat).
2- Felâkete odaklanmış olmak.

İki şey; çözüm getirir:
1- Tebessüm.
2- Susmak.

03.02.2009 - Salı
http://www.turktakvim.com/

II. Abdülhamid Han


Dün, İkinci Abdülhamid’in 90. ölüm yıl dönümü idi: 10 şubat 1918 günü saat 15’te, Beylerbeyi Sarayı’nda ölmüştü. 75.5 yaşında idi.

Hâkan-halîfe olarak 32 yıl, 7 ay, 22 gün tahtta kaldı. 27 Nisan 1909’da tahttan indirilip Yıldız Sarayı, Balkanlı kavimlerden oluşan eşkıyanın yağmasına açılırken; “Devleti 10 yıl idare edebilirlerse bir asır idare ettik diye sevinsinler.” 10 yıl dolmadan aynen gerçekleşen tarihî sözlerini söyledi.

Asrının en önde gelen devlet adamlarından olan Sultan Hamid öldüğü günlerde İstanbul, İzmir, Beyrut gibi imparatorluğumuzun en müreffeh şehirlerinde insanlarımız açlıktan sokaklara düşüp ölüyor, sabah çok erken saatlerde çöpçüler cesetleri topluyorlardı.

İttihadçılar, artık hâkan-ı sâbık (eski hâkan) veya hâkan-ı mahlû’ (tahttan indirilmiş imparator) dedikleri Sultan Abdülhamîd hakkındaki iftira kampanyalarına son vermişlerdi. Hükümdarı tahtta bıraksa idiler, Balkan Savaşı çıkmayacağını, Dünya Savaşı çıksa bile kesinlikle katılmayacağımızı, anlamışlardı. Onu, tahttaki imparatorlara uygulanan cenaze töreni ile uğurladılar. Şehzâdelerin arkasında başkomutan vekili Enver Paşa, İttihadçı arkadaşları arasında başı toprağa eğik yürüyordu.

4. yılına giren Cihan Savaşı’nın sefalete mahkûm ettiği İstanbul, yasa bürünmüştü. Halkın gözyaşları, Cennet-Mekân için değildi. Bir daha avdet etmeyecek o haşmetler, o şevketler, o debdebeler, o satvetler içindi. Bir büyük millet, 2 500 yıllık gayretinin eseri olan Cihan Devleti’nin batışına ağlıyordu.

İkinci Abdülhamid, emperyalizmin en maskara çılgınlığını yaşadığı bir devirde, bugün üzerinde iki düzine bağımsız devletin bulunduğu, Orta Afrika ile Orta Avrupa üzerinde 3 kıt’aya yayılmış Türk imparatorluğunu yönetti. Kurduğu okullarda okuyup en mükemmel ve çağdaş öğretimle yetişen subaylar ve siviller, Osmanlı’nın Türk milletine son armağanı olarak, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdular.

Yılmaz Öztuna
Türkiye Gazetesi
11.02.2008

Gözlerin İstanbul Oluyor Birden

9 Mart 2009 Pazartesi

Gözlerin İstanbul Oluyor Birden
Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik
Bir güzellik doluyor yüreğime şiirden.
Martılar konuyor omuzlarıma
Gözlerin İstanbul oluyor birden.

Akşamlardan, gecelerden, senden uzağım
Şiirlerim rüzgârdır uzak dağlarda esen...
Durgun sular gibi azalacağım
Bir gün, birdenbire çıkıp gelmesen.

Şarkılarla geleceksin, duygulu, ince...
"Yalnız gözlerime bak" diyeceksin,
Ellerim usulca ellerine değince
Kaybolup gideceksin.

Bir elim seni çizecek bütün pencerelere
Bir elim seni silecek.
Kalbim: Ebemkuşağı; günde bin kere
Senin için yeni baştan can kesilecek.

Ne güzel seni bulmak bütün yüzlerde
Sonra seni kaybetmek hemen her yerde
Ne güzel, bineceğim vapurları kaçırmak
Yapayalnız kalmak iskelelerde.

Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik
Bir güzellik doluyor yüreğime şiirden.
Martılar konuyor omuzlarıma
Gözlerin İstanbul oluyor birden.

Yavuz Bülent Bâkiler

Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor


Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor
Şehitler tepesi boş değil,
Biri var, bekliyor...
Ve bir göğüs, nefes almak için
Rüzgâr bekliyor.

Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye
Yattığı toprak belli,
Tuttuğu bayrak belli.
Kim demiş Meçhul Asker diye?

Destanını yapmış, kasideye kanmış...
Bir el ki ahretten uzanmış,
Edeple gelip birer birer
Öpsün diye faniler.

Öpelim temizse dudaklarımız...
Fakat basmasın toprağına
Temiz değilse ayaklarımız.

Rüzgârını kesmesin gövdeler...
Sesinden yüksek çıkmasın
Nutuklar, kasideler!

Geri gitsin alkışlar, geri...
Geri gitsin ellerin
Yapma çiçekleri!

Ona oğullardan, analardan
Dilekler yeter...
Yazın sarı, kışın beyaz
Çiçekler yeter!

Söyledi söyliyenler demin...
Gel süngülü yiğit, alkışlasınlar,
Şimdi sen söyle, söz senin!

Şehitler tepesi boş değil,
Toprağını kahramanlar bekliyor...
Ve bir bayrak dalgalanmak için
Rüzgâr bekliyor.

Destanı öksüz, sükûtu derin
Meçhul Askerin...
Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye;

Yattığı toprak belli,
Tuttuğu bayrak belli...
Kim demiş Meçhul Asker diye?

Arif Nihat Asya

Otuz Beş Yaş


Otuz Beş Yaş
Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.

Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allah'ım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.

Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.

Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?

N'eylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misali o musalla taşında.

Cahit Sıtkı Tarancı

Merhale


Dörtlük
Bir merhaleden, güneşle derya görünür,
Bir merhaleden, her iki dünya görünür,
Son merhale, bir fasl-ı hazandır ki, sürer,
Geçmiş - gelecek cümlesi rüya görünür.

Yahya Kemal Beyatlı

Yıldızlı Bir Gecede


Yıldızlı Bir Gecede
Sema bize seslenir;
Kalma, gel, işkencede!
Ruhumuz ebedîdir;
Bunu duy, tek hecede!

Ömür ki, bir kurak çöl,
Onu tek bir güne böl;
Şebnem gibi doğ ve öl,
Yıldızlı bir gecede!..

Necip Fazıl Kısakürek

Merdiven


Merdiven
Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak...

Sular sarardı... Yüzün perde perde solmakta,
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta...

Eğilmis arza, kanar, muttasıl kanar güller;
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller,
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?

Bu bir lisan-ı hafidir ki ruha dolmakta,
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta...

Ahmed Haşim

Rindlerin Ölümü


Rindlerin Ölümü
Hâfız'ın kabri olan bahçede bir gül varmış;
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle,
Gece, bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış
Eski Şiraz'ı hayâl ettiren âhengiyle.

Ölüm âsûde bahar ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.

Yahya Kemal Beyatlı

İşim Acele


İşim Acele
Gökte zamansızlık hangi noktada?
Elindeyse yıldız yıldız hecele!
Hüküm yazılıyken kara tahtada
İnsan yine çare arar ecele.

Gençlik... Gelip geçti... Bir günlük süstü;
Nefsim doymamaktan dünyaya küstü.
Eser darmadağın, emek yüzüstü;
Toplayın eşyamı, işim acele!

Necip Fazıl Kısakürek

Erken Kalkmayı Denediniz mi?

"Sabah yataktan fırlayıp, telaşla yapılan kahvaltıyla güne başlamak artık hayat tarzımız olmaya başladı. Güne bu şekilde başlamanın faturası ise, yorgun bir beden ve dağınık bir zihinle işten eve dönmek. Yorgunluğa çare olarak, adamakıllı bir uyku tavsiye edilir. Böylece kısır döngü başlar. Kendimize ayıracağımız birkaç saati de uykuya feda ederiz.

Yılgınlığımızın sebebini ararken bir de şu açıdan bakmak hayatımıza yeni bir ivme kazandırabilir: Sorumluluklarımız altında ezilirken kendimize zaman ayıramadığımızı hissetmek. Ve iddia edilenin aksine, biraz daha az uyumakla kendimize ayıracağımız zaman, yılgınlığımızın çaresi olabilir.

Güne başlamadan önce kendimize ayıracagımız birkaç saat, hayatımızı değiştirecektir. Bu saatler içerisinde ne çocukların sesi, ne telefon zili, ne şehrin kasvetli uğultusu huzurumuzu bozar. Ne bizden birşeyler isteyen var, ne de bir şeyler yapmak zorundayız… İşte kendimizle başbaşa kalacağımız koskoca bir zaman dilimi.

Bu sessizlik içinde yapacağımız o kadar çok şey var ki; çoktandır okuyamadığımız bir kitap, unuttuğumuz gündoğumu, terkettiğimiz tefekkür, ertelediğimiz hayallerimiz, ihmal ettiğimiz egzersizlerimiz, hoşumuza giden her neyse… Hepsi bizi bekliyor.

O gün işimiz ne kadar yoğun geçerse geçsin, zamanımızın çoğunu başkalarına adamak mecburiyetinde de olsak, “artık kendime de zaman ayırabiliyorum” düsüncesinin rahatlığı içinde olacağımız kesin. Öyleyse erken kalkmayı bir deneyelim, ne dersiniz?"

?

Toplumsal kefaret

"Ne zaman Osmanlılarla ilgili bir haber okusam, içime dert olur. Sanki gidenlerinin, kalanlarının hepimizde ahı varmış gibime gelir.
Bu saatten sonra ne yapılabilir?
O ailenin ne kadar ferdi varsa tek tek tespit edilir, dünyanın neresinde yaşıyor olurlarsa olsunlar belli bir maaşa bağlanır. Kayd-ı hayat şartıyla.. Maaş zarflarının üzerine de, "Bizi affedin, hakkınızı helal edin" yazılabilir.

Ahmet Sağırlı
Türkiye Gazetesi
25 Mayıs 2004

Kelam-ı Kibar

"Hayatın gayesi imanını korumak ve iman ile son nefesi vermektir."

"Elhamdülillahi ala külli hal sivel küfri veddalal: Küfür ve dalalet hariç her halimize hamd olsun."

"Hayat, mezardaki sağ ayağın yanına sol ayağın da gelmesi kadardır." İmam-ı Gazali Hazretleri

"Miraç hadisesi, aklın bittiği, imanın başladığı yerdir."

"Saman pazarında mücevherin kıymeti olmaz."

Kelam-ı Kibar

"İnsanların çokluğu, dilediklerini yapmaları sakın seni de gaflete düşürmesin. Sen tek olarak öleceksin, tek olarak kabre gireceksin, tek olarak hesabını vereceksin. Sen dini, imanı, Allahın emir ve yasaklarını unuttun. Sen unuttun ama unutulmadın."

Okudum Not Aldım

1 Mart 2009 Pazar

"Üzüntülerimizi başka biriyle bölüşmek saadettir, fakat annelerle değil, annelerle değil! Annelere anlatılan kederler azalmaz, güçlenir. Çocukların üzüntüsünü iki kat şiddetle hisseden anneler, bu ızdıraplarını çocuklarına fazlasıyla iade ederler; böylece keder anneden çocuğa ve çocuktan anneye her intikal edişte büyüdükçe büyür."

Peyami Safa - Dokuzuncu Hariciye Koğuşu

"Eski başka, eskimiş başkadır.
Nice eskiler vardır ki hiç eskimez."

Peyami Safa

"Yeryüzünde bir tek memleket gösterilemez ki, orada gençler kazara milli kütüphanelerine girerlerse bir tek eser okuyamadan çıkıp gitsinler."

Peyami Safa

Okudum Not Aldım

"İyi bir insan olduğunuz için dünyanın size adil davranmasını beklemek, vejetaryen olduğunuz için bir boğanın size saldırmamasını beklemek gibidir."

Mc. M. Zeylanovski
 

2009 ·Vefâ Arşivi by TNB