Şiir

Şiir
Ben Osmanlıyım

Okudum Not Aldım

Okudum Not Aldım
Hayatta İki Şey

Türkçe... (Mi?)

Türkçe... (Mi?)
Tehlike...

Okudum Not Aldım

Okudum Not Aldım
Ne Çıkar Ateşböceği Sansalar Bizi…

Hâbil amca -6- Cennet bahçesine girmek istiyorum

17 Mayıs 2009 Pazar

Süleymaniye camiinde bir gün namaz kılarken bir genç yanlarına yanaşıyor. — Amca ben size bir şey sormak istiyorum… — Tabi, sor evlat, diyorlar… — Necip Fazıl Kısakürek'in kitabında farz borcu olanın sünnetlerinin kabul olmayacağını, sünnet namazları yerine kaza kılması gerektiğini okudum ve birkaç aydır öyle yapıyorum. O da hocası Abdülhakîm Arvâsi hazretlerinden böyle öğrenmiş. Acaba doğru mu yapıyorum?.. (Şu gencin nasibine bakınız. Yığınla insan içinde bu soruyu Habil amcaya soruyor…)
Habil amcalar, - Evlat, elbette doğrusunu yapıyorsun, böyle devam et, buyuruyorlar ve kendilerini tanıtıyorlar... Genç ellerine kapanıyor, öpüyor, öpüyor… Habil amcalar da bunu anlatırken duygulanırlardı. Çünkü hazinler hazini bir devamı var…
—Ne zaman gitsem bu gençle karşılaşırdım… Tertemiz bir yüzü var idi, çok sevdim bu çocuğu… Birkaç ay sonra camide göremez oldum. Merak ettim. Kendi kendime dedim ki, niye bu çocuğun bir telefonunu almadım? Bir şey mi oldu acaba?.. Bir müddet daha böyle geçti. Sonra bir gün camiden çıkarken bir adam yanıma yanaştı… —Siz Habil bey misiniz? diye sordu… —Evet efendim, dedim şaşırarak… — Oğlum sizden bahsederdi… deyince ben bir tuhaf oldum evlat… Çünkü geçmiş zaman kullandı. — Bahsederdi dedi…— Oğlum 15 gün önce vefat etti. Yavrumu toprağa verdim… Ölmeden önce sizi bulmamı, selam söylememi istedi. — Hâbil amcam beni fatihalarından, dualarından unutmasın dedi… Sonrasında gözyaşlarını tutamadı adamcağız…Ben de ağlamaya başladım… — Beyefendi başınız sağ olsun. Acınızı şu an ben de yaşıyorum ve gördüğünüz gibi ağlıyorum… Böyle bir evlat yetiştirmişsiniz, size ne mutlu dedim… (Bu satırları okuyan dostlarımdan benim de tanımadığım bu nasipli gence bir fatiha okumalarını hassaten rica ediyorum…)

BÜYÜKLERİN KALBİ CENNETİN KAPISIDIR…
Gittikçe evi çekip çevirmekte zorlanır oldular. Ziynet ninem artık sadece namaz vakitlerinde yattığı yerden kalkabiliyordu… Bir görecektiniz, her namaz vakti oraya buraya, kapıya, masaya tutuna tutuna, iki büklüm nasıl abdest almaya gittiğini… O ne iman ya Rabbi… Su da soğuk... Ama her namaz vakti abdestini bin bir güçlükle alır, gelir huşuyla namazını kılardı...
Şimdi kombilerle, sıcak suyla abdest almaya üşenen, sabah namazını sıcak yatağında geçiren ve cennet hayali kuranlara ne demeli?.. Bir müslümana kusur olarak bu utanç yeter aslında… Ne diye başkasında kusur arar durur?.. Habil amcalar abdest alacakları zaman oturdukları yerden – Ya Allah… diyerek hızla kalkarlar idi…
Çok üzülüyordum hallerine… Yemek bile ısıtamayacak duruma gelmişler idi. Kararımı verdim ve onlara açıkladım: - Efendim ben evlenip alt katınızı kiralamak istiyorum. Eşim yemek pişirir hep beraber yeriz… Evinizin bakımını hanımımla birlikte yapmak istiyorum….
Aman ya Rabbi… Nasıl sevindiler, nasıl sevindiler… Onlar çok şaşırdıkları zaman –Yaaaa, derlerdi… Öyle dediler… O şaşkınlık ve memnuniyet ifadesini size bu dar kelime kadrosuyla tarif etmekte zorlanıyorum…
Hemen diğer odada bulunan Ziynet nineye döndüler, -Hanım, Ömer ne diyor duydun mu?... Ninem, - Ne diyor, dedi merakla… — Evlenip alt katımıza yerleşmek istiyor… Bize hizmet etmek için… Ninem de bir memnun oldu, bir duygulandı ki… Sevinç ve ağlamaklı bir ses ile – Gelinim pişirecek, ben yiyeceğim, dedi… Bu söz beni evlatları yerine koyduklarını gösteriyordu… Allahıma sonsuz şükür… Kitaplarımızda 'Büyüklerin kalbi Cennet'in kapısıdır' müjdesi vardır… Onları sevindiren mahrum kalmaz… Bu iki Allah dostunu bir kez daha sevindirmek nasip oldu. Beraber alt kata indik. Şurayı şöyle tamir ederiz, burayı böyle yaparız diye kararlaştırdık…

EVET, AMA KİMİNLE… NASİP İŞİ…
Sıra evlenecek hanımı bulmaya geldi. Çok aday vardı ama maneviyatlarına ve yaşayışlarına baktığımda veya bilgi aldığımda kalbim bir türlü yatmıyordu… Annemin, - Baban evlendiğini göremedi bari ben göreyim, şeklindeki ısrarları daha da bunalttı… Öğrendiğim ölçüleri aileme bir türlü anlatamadığım gibi onların baskısıyla yanlış karar vermekten de korkuyordum…
Derken Habil amcalar bir hanımı tavsiye ettiler…. – Git onu bir gör, buyurdular… – Peki efendim dedim… Gördüm ama kalbimde bir sevgi hissetmedim. Gel de şimdi bunu Habil amcaya söyle… O gece evimde bu konuyu nasıl söyleyeceğim diye düşündüm durdum… Bir hayat birleştireceksiniz ve kalpler yalan söylemez… Ne yapacaksınız… Kara kara düşüne düşüne ertesi gün evlerinin yolunu tuttum… Doğrusu ne diyeceğimi bilemiyordum. Büyüklerin ruhaniyetlerine sığındım. İşin içinde üzülmeleri de vardı… Derken sıra dışı bir şey oldu. Onu da gittiğimde öğrendim…Kızgın ve üzüntülü idiler…— Ömer kız ne demiş biliyor musun?Ben içimden – Eyvah şimdi yandık, dedim…— Evlenirim ama o eski evde oturmam demiş. Görüyor musun şunun yaptığını…
Bir derin nefes aldım ama hiç belli etmedim… Büyük bir sıkıntıdan kurtulmuştum…

BADE HARABÜL BASRA…
Aradan bir hafta geçti… Soğuk algınlığı geçiriyorlardı… Akşam vaktiydi… Yemeklerini yedirdim, ilaçlarını içirdim ki telefon çaldı. Tanıdık bir ses, - Ömer ne haber dedi. Bu kimse kız tarafından bir beydi… — Hâbil amcayı aradım, dedi… Ben de telefonu Habil amcalara verdim… Habil amca kızdı… Onun konuşmalarından durumu kavradım…
— Siz ne diyorsunuz, dedi karşı tarafa… Ömer bir hafta önce istemediğini söyledi. Kız şimdi burada oturmayı kabul etse ne olur ki… Çocuğu soğuttunuz bir kere… (Meğer aradakiler bir haftalık uğraşma sonucu karşı tarafı alt katta oturmaya ikna etmişler)
Telefonu kapattılar… Beni aldı bir sancı… — Ömer, kız alt katta oturmayı kabul etmiş, sen dersin? diyerek gözlerimin içine baktılar. Başımı önüme eğdim mahcup ve üzgün bir şekilde… Hemen istemediğimi anladılar…— Pekâlâ, buyurdular ve hiç üstelemediler…
(Ben bir konuda ısrar etmemeyi bile onlardan öğrendim...Bu evlilik konusunda Habil amcalar çok istekli idiler. Hem ehl-i sünnet bir yuva kurulmasına vesile olacaklar, bir hanımı Ehl-i Sünnet bir gence emanet etmiş olacaklardı… Hem de içinde bulundukları sıkıntılardan da kurtulacaklardı. Kendilerini bu kadar yakından ilgilendiren bir konuda bile hiç ısrar etmediler… Zorlamadılar… Zorlasalardı onların hatırına kabul ederdim… Ama onlar Allah dostu ve İslam Ahlakı'yla şereflenmişler… Dostlarıma tavsiyem karşınızdaki insanlara her hangi bir konuda baskı yapmayınız. Israrcı olmayınız… Bu olgun bir müslümana yakışmaz… Karşınızdaki rahatsız olabilir ve belli etmeyebilir…)

AYAKLARINI YIKAYAMADIM AMA…
Ben askerdim. Tanıştırdığım arkadaşlarım ben yokken Hâbil amcaların ziyaretine gitmişler. Onlara şu hatıralarını anlatmışlar:
— Büyük mütefekkir Seyyid Ahmet Arvâsi beyin olduğu bir mecliste idik. Onlara Efendi hazretleriyle ilgili şu hatıramı anlattım. Bir gün Bayezid camiinde Abdülhakîm efendi şadırvanda abdest alıyorlar idi. Yanlarında hiç kimse yok idi. Mutlaka yanlarında birkaç talebesi olurdu. Ama o gün yalnız idiler, bir tek ben vardım. Sıra mübarek ayaklarını yıkamaya gelince, - Efendim müsaade buyurursanız, ayaklarınızı ben yıkayabilir miyim? diye izin istedim. Kabul buyurdular. Bir güzel ayaklarını yıkadım. Ben böyle anlatınca Ahmet Arvâsi bey yerinden fırladı – Habil efendi verin o ayakları yıkayan elleri bir öpeyim dedi ve öptü…
Askerden izne geldiğimde arkadaşlarım Habil amcanın bu hatırasını bana anlattı. Kendileri bana bu hatıralarını hiç anlatmamışlardı. Ben de fırsat kollamaya başladım. Abdest aldıkları bir gün havlularını tutuyordum yanlarında. Tam sıra ayaklarını yıkamaya geldi, - Efendim… diye söze başladım ki, sol ellerini ret manasında havaya kaldırdılar ve eklediler: - Onlar Efendi hazretleriydi… Estağfirullah evladım… buyurdular. Hâlbuki benim bu konuyu öğrendiğimi bilmiyorlardı. Daha önce de havlularını çok tutmuştum. Bu menkıbeyi arkadaşlarımdan öğrendikten sonraki ilk fırsatta böyle bir talepte bulunacağıma hazırmış gibi bekliyorlardı…

O NASIL BİR SECCADEYDİ ÖYLE…
Buruklaştım… Çok istiyordum… Bir gün ziyaretlerine gittiğimde henüz namazı kılmamıştım. Onlar kılmışlardı. Bir seccadeleri vardı ki güzelliğini nasıl anlatayım. Onlarda yılların hatırasıydı o seccade. Sağ üst köşesi deforme olmuştu seneler içinde. Kavuniçi ağırlıklı, krem renkli çizgili, yünden bir seccade… – Bu seccadede Ahmet Mekkî Efendi 'rahmetullahi aleyh' namaz kıldılar. (Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsi hazretlerinin 'kuddise sirrehül aziz' yüksek oğulları... Eski Kadıköy müftisi… Büyük âlim ve veli idi…) Kuvvetle muhtemeldir ki Efendi Baba da kıldılar… buyururlardı. O nur seccadeye bu kirli alnı defalarca sürmek, üzerinde namaz kılmaz nasip oldu çok şükür. Secdeye vardığımda alnımı seccadeye değil de sanki Efendi hazretlerinin koynuna koyardım. Öyle bir sıcaklık verirdi bana...
İşte o seccadeyi verdiler, ben de namazımı kıldım. Onlar sedirlerinde tesbih çekmekle meşgul idiler. Duamı yaptıktan sonra yerde biraz oturdum. Bir ayakları sedirden aşağı sarkmış, boşlukta… O güzel ayak tabanı yere 45 derecelik açıyla duruyor. Ve mestli… İçimden bir ses, - Eğil de ayağının altını bir kez olsun öp… Bu fırsatı kaçırma dedi... O ne güzel bir ayaktı, ne güzel bir manzaraydı öyle… Beni davet ediyordu o mübarek ayakları sanki… Dayanamadım… Rahatsız olurlar düşüncesini unuttum… Bir şeyi yerden alır gibi yapıp 'şak' diye öptüm ayaklarının altını... – Estağfirullah, ne yapıyorsun oğlum, diye bir refleks halinde yaslandıkları yerden doğruldular. Gözlerim doldu… Süt dökmüş kedi gibi, - Efendim ne yapayım, sizi çok seviyorum, diyebildim… O şefkat güneşi saçlarımı okşadı her zamanki babacan tavrıyla… — Ben de seni çok seviyorum… Ama bir daha yapma… — Peki efendim, dedim. Nasılsa kavuşacağıma kavuşmuştum…

SANKİ EFENDİ HAZRETLERİNE SARILDIM…
Hasta oldukları bir akşam evlerinde kalmıştım. Bütün gece boyunca hizmetlerini gördüm. Bir divanda Habil amcalar yatıyordu birinde Ziynet ninem. Bana yer kalmadı. Ben de yere, iki nur parçasının arasında, halının üzerine uzandım. Bir yastık, üzerime bir battaniye işte o kadar... Gece kalkar sobaya odun atardım… İlerleyen saatlerde yerin tahtaları sırtımı acıttı. İç salona geçtim. Habil amcamın oturduğu sedire yattım. Yaslandıkları yastığı başımın altın aldım… Allahım, temas ettiğim şeylerin güzelliğine bakınız… Göğsüme de işte o seccadeyi aldım... Dışarıda şimşekler çakıyordu. O an, o odayı, o anda hissettiğim huzuru size nasıl ifade edeyim?.. İslamiyet menbaı, içinde iki Allah dostunun yaşadığı bir ev; karşı dolapta Arabî, Fârisi, Osmanlıca kitaplar... Oda karanlık ve bu karanlığı zaman zaman bölen dışarıdaki şimşeklerin enfes maviliği… Yağmur yağmaya başladı. Yorgun vücudum yavaş yavaş uykuya geçiyor… Koynumda öyle bir seccade... Sanki Efendi hazretlerine sarılmışım. Yağmurda dualar kabul edilir hükmünü hatırladım. O anda bütün tanıdıklarıma dua ettim. Rabbimden dilerim ki bu yazıları okuyanlar da o muhteşem anda ettiğim dualara dâhil olsun…

"O BİZİM SEVGİLİMİZDİR"
Artık sık sık hastalanır oldular… Yine soğuk algınlığı yaşadıkları bir akşam evlerindeyim… Temiz yüzlü biri geldi… İlk defa görüyordum. Bir talebi vardı.Habil amcaya, - Efendim, ben filan seyyide hanımla evlenmek niyetindeyim. O hanım sizin talebelerinizdenmiş. Bu konuda yardımınızı talep etmeye geldim. Görüşmemiz kâbil mi? diye sordu.
Habil amcalar rahatsız olduklarından yatarak dinliyorlardı. Gelen kişi devam etti, açık sözlü ve samimi biriydi. Hoşuma gitti… Habil amcalar da böyle insanları severdi. — Efendim benim için güzellik önemli değil… Seyyide hanım olduğu için evlenmek istiyorum. Bu şerefe nail olmak istiyorum… Habil amcalar – Evlat sen beni nereden tanıyorsun, diye sordular. O kişi dedi ki: Efendim benim çalıştığım yerde Gazanfer abi var… Habil amca, -Evet iyi tanırım, dedi.Devam etti gelen kişi: Gazanfer abi geçen gün Abdülhakîm efendi hazretlerini rüyasında görmüş. Efendi hazretleri ona buyurmuş ki: Habil'i niye ziyarete gitmiyorsunuz. O bizim hem sevgilimiz hem de hizmetçimizdir…
Habil amcayı o anda görecektiniz bu müjdeyi aldığında… Yattığı yerden gözleri dolarak doğruldu, mübarek dudakları aşağı doğru sarkarak titremeye başladı, ağlamak üzereydi… O yaşta efendisine olan aşkı, ondan gelen bir güzel koku, şahsıyla ilgili bir söz yüzlerine can getirdi bir anda… Çok duygulandılar çok… Ama bu güzel aracılığa ömürleri yetmeyecekti… Gelecek yazımız bu serinin yazılması en zor yazısı olacak…

0 Yorum:

Yorum Gönder

 

2009 ·Vefâ Arşivi by TNB