Şiir

Şiir
Ben Osmanlıyım

Okudum Not Aldım

Okudum Not Aldım
Hayatta İki Şey

Türkçe... (Mi?)

Türkçe... (Mi?)
Tehlike...

Okudum Not Aldım

Okudum Not Aldım
Ne Çıkar Ateşböceği Sansalar Bizi…

Hâbil amca -7- Güneş ufka yaklaştı

17 Mayıs 2009 Pazar

Bir hadis-i şerif var: Evlada yapılan babaya yapılan gibidir…
Seyyid bir arkadaşım evlenecekti. Eli sıkışık. Utana sıkıla durumunu izah etti. Allahım… Böyle fırsat kaçar mı?.. Ama bende de yok ki… Rabbim aklıma getirdi işte… İşyerimle konuştum. - Ben senelik iznimi kullanmasam, yerine ücretini verir misiniz?.. Kabul ettiler… — Bir de peşin verir misiniz? El cevap: Hay hay…
Parayı aldım… Uçarcasına seyyid arkadaşımın yanına gittim. Biliyorum ki sıkıntılı... Biliyorum ki, damarlarında Resûlullah aleyhisselamın zerresini taşıyor... O halde bir saniye bile fazla sıkılmamalı... Müjdeyi bir saniye önce olsun vermem lazım...
İşte yanındayım… Çok hassastır seyyidler. Kılı kırk yararak, mimiklerime çeki düzen vererek, önemsiz bir şey yapıyormuşum gibi yaparak, eline teslim ettim parayı… Dualar, dualar… Evlendi, iznini yaptı geri döndü… Gel gör ki yanına gidemiyorum… Biliyorum hassas ve eziklik hissedecek. E, çok da seviyor ve görmek istiyorum... Her gün görüşürken hiç görüşememek... Kararımı verdim. Yanına çıktım. Tahmin ettiğim gibi... Başını hemen önüne eğdi gözümün nuru... — Abi paranı ne zaman istiyorsun, dedi… — Ne parası, ne geri istemesi... Ben emaneti sahibine teslim ettim sadece…— Olmaz Ömer abi…— Seyyidim bu şereften beni mahrum mu edeceksin, dedim… İşi espriye vurdum, kalkıp kaçtım, 'Oldu bile güzelim, oldu bile…" diye diye, güle güle kaçtım yanından… Kapıdan çıkarken göz ucuyla baktım o da tebessüm ediyor… Oh, bitti bu iş… Bu hizmet de nasip oldu, dedim kendi kendime…
Bu seyyid abinin babası hastanede yatıyordu ve ağır hastaydı. Zaten o hastalıkla veda ettiler bu fâni âleme… Gitmiş babasına söylemiş. Açmış mübarek babası ellerini, bir dualar, bir dualar, bir dualar… Hem seyyid büyüğü, hem hasta yatağında içli içli yalvarıyor…
— Ömer abi orada olmanı ne kadar isterdim… Sana o hasta yatağında nasıl dualar etti, dedi seyyid arkadaşım ve ekledi: Benimle ahiret kardeşi olur musun?.. Gözlerim doldu efendim, gözlerim doldu. — Tabi, tabi olurum deyip sarıldık birbirimize…

AH BÖYLE BİR RÜYAYI BİR DAHA GÖRSEM…
Seyyid abinin babasının o hastanede dua ettiği gece ne oldu biliyor musunuz?..
Aynı gece Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsi hazretleri 'kuddise sirrehül aziz' rüyamı şereflendirdiler. Alnıma bir buse kondurdular… O nur yüzlerine bakıp ağlamaya başladım. Ağlaya, ağlaya uyandım ki sabah namazı vaktiydi…
3 gün sonra… Bu kez mümtaz talebeleri H.Hilmi Işık Efendi 'rahmetullahi aleyh' girdi rüyama... Aynı onlar gibi, efendisi gibi aynı yerden öptüler... Şu mütabeata (hocasına itaate) bakınız… Rüyada bile izlerinden gidiyorlar…
Bunu Habil amcalara anlattım. Bir de onlar öptüler bu kirli alından... Oh, nur üstüne nur… Zamanın büyüklerinin nur dudakları alnımda ben de bulutların üzerinde dolaşıyorum…
Yazık olur açıklamak onu,gizli kalsın gönül aşkı gibi.Fekat gösterdim ki, yol bulalar,bulmayıp üzülmeden yeğitler.Müjdeci Mektûblar 243. mektûb
Çevrenizde evlâd-ı Resul olanlar varsa onlara hizmet iki dünya hazinesidir… Bu fırsatı kaçırmayınız…

İÇERİDE ÖYLE BİR ZÂT VARDI Kİ…
Ziyaretlerine gittiğim bir gün kapıyı açtılar ve – Gel seni bir zâtla tanıştırayım buyurdu Habil amcalar… Yüzündeki sıra dışı tebessümden – Gel de nasıl bir zat, gör, manası akıyordu… Heyecan ve merakla onları takip ettim. Salona geçtik. Baktım ki tatlı tatlı gülen bir zât… Sedat amca...
Onlar da Abdülhakîm Efendi hazretlerinin en yüksek talebelerinden… Ya Rabbi… Efendi hazretlerinin iki yakın talebesi ve bu hakir… Odada sadece üç kişiyiz. O iki gül yüzlünün yanında yerin kaçıncı tabakasına girdiğimi, kendimden nasıl tiksindiğimi anlatamam... Hiçbir şey söylemeseler bile, o Allah adamlarının yüzünü görmek insanı kendinden iğrendirmeye yetiyor da artıyor bile...
Önce ellerine kapandım. Zorlukla öpebildim… Odadaki en uzak sandalyeye attım kendimi… Karşımda nurdan iki dağ duruyor sanki. Şükür… Şükür… Şükür… Onların ciğerlerine girip, çıkmakla şereflenen havayı ben de teneffüs ediyorum. Sanki Efendi Baba zahir olmuşlar, o odadalar… Konuşuyorlar… O günkü sohbetten aklımda kalan iki uç nokta var… Önce Habil amcalardan: - Sedat bey… Şah-ı Nakşîbend hazretleri buyurmuşlar ki, "Evliya kâinatı önündeki sofra gibi gördüğünü söylemiştir. (Yani kâinata bu kadar hâkimler. Onlardan izinsiz tek ot bile bitmez yeryüzünde…) Ben ise başparmağımın tırnağında (yakın) görüyorum.
Sohbet ilerliyor. Sedat amca da şunu naklediyor: - Efendim kıyamet alametidir. Yıllar ay gibi (süratli) geçer, aylar hafta gibi, haftalar gün gibi, günler saat gibi. (Şu an aynen öyle değil mi?..)
Ben çok helalleşme duydum ama Sedat amcaların, Habil amcadan o gün ayrılırken hak talep etmesindeki zarafete hiçbir yerde rastlamadım. Aynen şöyle söylediler: - Hakkı âlinizi hibe ediniz efendim…

TÜYLERİM YETMEDİ, SAÇLARIM DİKEN DİKEN…
Sedat amca ayrılırlarken müsafeha ettik. Sonra hayatımın en büyük şoklarından birini yaşadım... İnanamayacaksınız... Çünkü ben de sonrasında bunu yaşayan kişi olmama rağmen 'Hayal mi gördüm' diye inanmakta güçlük çektim… Bu satırları onların büyüklüğüne bir remz olsun diye naklediyorum…
Tam müsafeha ettik ki eğilip elimi öpmeye kalktılar... Dehşetler içinde kaldım… Kendimi nasıl yere attım bilemiyorum. Son anda kurtardım… Allahım bu nasıl tevazu böyle… Sonra şapır şupur yumuldum o güzel ellere. Baktım arkada Habil amca da, Sedat amca gibi tatlı tatlı gülümsüyor. Bu tavırlarıyla hayatımın en büyük tevazu derslerinden birini verdiler bu akılsıza…
(Ansiklopedik bilgi ve düşüncede kopya kâğıdıyla çoğaltılmış; birbirinin aynı kelimelerle, güya insanları eğittiğini sananların sözlerine beyin hücrelerimde yer verdiğime acıdım bu olay sonrasında… Sedat amcanın yaptığından müthiş bir eğitim şekli olabilir mi? Zaten kavramların ezberciliğinden başka ne verilir oldu ki günümüzde insana?.. Bir sürü fabrika imalatı insan bu yüzden dolaşıyor aramızda. O yüzden insanlar birbirlerini anlayamaz oldular… Kaba ne girerse içinden o sızar… Sığ öğreticilerden sığ insanlar yetişiyor… Ne güzel bir söz var: Kem âlât ile kemalât olmaz… Yani kötü aletle güzel, iyi bir iş yapılamaz… Eğitim odur ki, zerrelerine işlesin. Hiç unutmayasın. Bazen hiç konuşmadan sana öğretilsin. Bunu ancak Allah dostları veriyor insana… Benim gibi kabiliyet düşmanınca bile hiç unutulmuyor)

İNSANLIK DAĞININ ZİRVELERİ…
Habil amcaların vefatından sonra kardeşi Hâlid amcanın ziyaretine gitmiştim bir gün. O da Abdülhakîm efendinin talebelerinden idi. Bana demişti ki: - Oğlum Efendi hazretlerinin talebeleri öyle mütevazı insanlardı ki, yolda yürürlerken çocukların misket oynadıklarını görseler, eğilir onlarla birlikte misket oynarlardı. Görseniz 60 yaşında koca koca adamlar çocuk gibi misket oynuyorlar…
Yine Hâlid amca anlatmıştı. Aynen iletiyorum: - Efendi babanın bir kardeşi vardı. Efendi vaaz verirken kapıdan içeri girer, hemen kapının eşiğine otururdu. Hürmetinden sohbet bitene kadar öne eğilip, iki büklüm, neredeyse alnı yere değecek şekilde, hiç başını kaldırmadan iki dizi üzerinde dinlerdi.
Gidenler bilir. Eyüp Sultan'da vazife yaptıkları caminin avlusuna bir giriş vardır. Demirden bir kapısı vardır. Dış kapı... Sonra bahçeye girilir. Cami bahçenin içindedir. İşte o en dış kapıda Efendi babanın kardeşine sorduk. 'Efendim en nihayetinde Efendi sizin abiniz… Camiye girdiğinizde hiç olmazsa yanına gidip otursanız. Biz sizi kapının eşiğinde, o halde görünce rahatsızlık duyuyoruz.
Çok yumuşak ve sessiz bir insan olmasına rağmen gadaba geldi. O dış kapının yanında bize dedi ki, - Bana bakın!.. Siz abimi benim gördüğüm gibi görebilseydiniz, şu kapıdan içeri adım atmaya cesaret edemezdiniz. Ben yine caminin içine kadar giriyorum… (Büyükleri büyükler tanır…)

ŞU VEFA HİSSİNE BAKINIZ…
Habil amcalar anlattılar…
— Bir gün İstanbul'a öyle kar yağmış idi ki, göz görü görmüyor, yolda yürüme imkanı bile zor bulunuyordu. O gün Efendi hazretlerini Bayezid camiinde vaaz günü idi. Birkaç talebesi, - Efendim çok kar var. Zaten talebeleriniz de bu havada camiye gelemezler. Bu gün istirahat buyursanız da gitmeseniz, dediler. Efendi hazretleri buyurdular ki: - Bir talebemiz bugün bizi görme umuduyla camiye gelse ve göremese yıkılır efendim... Ne yapıp edip gideceğiz...
Bir görecektiniz evlat artık 80 yaşında idiler. Bir koluna bir arkadaş girdi diğerine başka bir talebeleri. Karlı, buz tutmuş yokuştan aşağı yavaş yavaş, ufak adımlarla bin bir zahmetle indiler. Allahü teala yardım etti, Eyüp Sultan'da bir araba bulundu. O zaman araba nerde… Çok az… Camiye gittiler, içeri girdiler ki bir de ne görsünler. Bütün talebeleri bekliyor… Bir kişi bile noksan değil…
Efendi hazretleri öyle anlayışlı idiler ki. Bazen dersi bırakır dışarı çıkarlardı. Çünkü talebelerinden sigara tiryakisi olanlar var idi. Onlar rahat rahat tüttürsünler diye derse ara verirler idi. Onlar çıktıktan sonra camlar açılır, tütünler yakılırdı. Kendileri de bazen tek tük içerlerdi…
(Habil amca da bazen tek tük içerlerdi. O sigara ağızlarına ne de yakışırdı. Bir gün baş başa oturuyorduk. Güya belli etmeyeceğim ama başıma vurdu sigara... — Ömer canın sigara mı çekti, buyurdular… Anlamalarına şaşırdım ve utandım… — Burada iç buyurdular. Öyle utandım ki, bir şey diyemedim. İçemedim de. Hemen anladılar tabii. — Pekâlâ, git mutfakta iç, buyurdular. Ne inceydiler… Burada iç demelerinin altında - Artık seninle gizlimiz saklımız yok, demek istediler aslında…)

BU HATIRAYI ANLATIRKEN YAŞARLARDI…
Bir gün Süleymaniye camiinde Cuma namazı kılacaktık, vaaz dinliyorduk… Vaiz efendi, - İbrahim aleyhisselamın babası Azer bile putperest idi dedi. Benim başımdan aşağı kaynar sular döküldü evlat... İbrahim peygamber, Muhammed aleyhisselamın dedelerindendir. Allahü teala Kur'ân-ı kerîmde 'Sen hep secde edicilerden dolaştırılıp getirildin' buyurarak o mübareğin dedelerinin hep mümin olduğunu bildiriyor. Peygamber aleyhisselam da bunu hadîs-i şerifleriyle açıkça bildirdiler…
İkaz etsem fitne çıkar mı, etmesem bu kadar insanın itikadı tehlikeye girecek… Kısa bir tereddütten sonra ayağa kalktım. — Vaiz efendi müsaade buyurursanız bir hususu tashih etmek istiyorum… Putperest olan Azer, İbrahim aleyhisselamın amcası ve üvey babası idi. O zamanda amcaya da baba denirdi. Onun için Kur'ân-ı kerîmde babası diye geçiyor. İbrahim aleyhisselamın babası Târuh idi ve mümin idi, dedim ve yerime oturdum. Ama elim ayağım terledi… Vaiz karşılık veremedi… — Efendim kitaplara bakayım, diyebildi… Biz bunu Efendi hazretlerinden öğrenmiştik evlat. Görüyor musun bir büyüğe tabi olmayanlar ne hatalara ve tehlikeli inanışlara düşüyorlar… (Tabiin büyüklerinden İmam-ı Muhammed bin Cebr 'radıyallahü anh' hazretleri var… Eshâb-ı kiramın en üstünlerinden Abdullah bin Abbas 'radıyallahü anh' hazretlerinin talebesidir. O mübarek zat buyuruyor ki: - Ben Kur'ân-ı kerîmi hocam Abdullah bin Abbas hazretlerine 30 kere okudum. Ben bir ayet-i kerime okurdum... Hocam o ayeti tam bir tefsir ederdi. Sonra diğer ayet-i kerîmeye geçerdik. İşte İbrahim aleyhisselamın babasının Târuh isminde mü'min olduğunu bize Resûlullah aleyhisselamdan delilleriyle birlikte bildirdi…)

İŞTE RÜYAMDAKİ DUA BUYDU…
Arkadaşlarımla Habil amcaya gidiyorduk bir keresinde… Bir arkadaşım, - Ya abi ben dün akşam Habil amcayı rüyamda gördüm… Bana dua ettiler ama bir türlü hatırlamıyorum, dedi… Evlerine gidene kadar bu konuyu düşünmüş… O gün yine doyumsuz sohbetlerine kavuştuktan sonra vedalaştık. Tam ayrılırken hepimize bakıp, - Allahü teala dareyn seâdeti versin, diye dua buyurdular. Yani iki dünya seâdeti versin, demektir. Bizim arkadaşın beti benzi attı… Dışarı çıktık… — Abiler dün akşam rüyamda ettikleri ve benim de hatırlayamadığım dua işte buydu, dedi…

SONSUZLUK İÇİN ATILAN İMZA…
Bir gün öyle bir şey duydum ki… Ömrüm boyunca böyle bir şeye rastlamadım… Utandım… Utandım… Anlatacağım kısa hadisedeki asalete bakınız… Şimdi gömlek değiştirir gibi sevgili değiştirenlere, buna da sevgi diyenlere ithaf olunur…
— Bir Nevin hanım vardı… Efendi hazretlerine âşık idi… Öyle sâliha bir hanım idi ki… Ellerine kadar tesettür ederdi. Eldiven giyerdi… Efendi hazretlerinden cennette evlenmek için söz aldı. Nevin annemiz Abdülhakîm efendiye cennette hanım olabilme şerefine kavuşmak için ömrü boyunca bekâr kaldı, kimseyle evlenmedi evlat... Öylece vefat edip onlara kavuştu…

KURTAR BENİİİİİ… KURTAR BENİİİİİ…
Yeğenleri Metin bey anlattı… — Benim çok günahkâr bir arkadaşım vardı. Son zamanlarda çok büyük bunalım yaşıyordu... Bir gün bana dedi ki, - Metin, hiçbir şeyden tat almaz oldum. Yapmadığım rezalet kalmadı. Artık onlardan da zevk almıyorum. Büyük bir buhran yaşıyorum…
Ben de dedim ki, - Ben anlamam ama benim bir amcam var. Muhterem bir insandır. Gel seni ona bir götüreyim… Hemen - Olur gidelim, dedi… Amcamın evine geldik. Kapıyı açtık. Amcam ileride merdivenlerin başında durmuş bize bakıyordu. Onu görür görmez arkadaşım hıçkırıklara boğuldu… Daha amcam hiçbir şey söylememişti hâlbuki… Ağlaya, ağlaya ona doğru koşturdu ve gitti kendini Habil amcamın ayaklarına attı. Ayaklarını öpmeye başladı ve bağırdı: - Kurtar beniiiii, kurtar beniiiii…
Ben şoke oldum… Amcam ona çok şefkat gösterdi… Çok ilgilendi… İnanamadım. O yürüyen günah arkadaşım o günden sonra 5 vakit namaza başladı… O kadar değişti ki… Ben de çok sevindim. Böyle bir güzelliğe aracı olmuştum…
***
İşyerimde idim… Telefonun acı çalması nasıl olurmuş anladım. – Ömer abi… Habil amca… Kalp krizi… Hastaneye kaldırmışlar… Durumu ağır…

0 Yorum:

Yorum Gönder

 

2009 ·Vefâ Arşivi by TNB