Şiir

Şiir
Ben Osmanlıyım

Okudum Not Aldım

Okudum Not Aldım
Hayatta İki Şey

Türkçe... (Mi?)

Türkçe... (Mi?)
Tehlike...

Okudum Not Aldım

Okudum Not Aldım
Ne Çıkar Ateşböceği Sansalar Bizi…

Hâbil amca - 8 - Perşembe’ye düğünüm var…

17 Mayıs 2009 Pazar

İşyerimde idim… Telefonun acı çalması nasıl olurmuş anladım. – Ömer abi… Habil amca… Kalp krizi… Hastaneye kaldırmışlar… Durumu ağır…
Yüreğim bin parça… Hemen telefon açtım. Görüşmek istedim. Odasına aktardılar. Telefona çıkan arkadaş – Abi doktorlar görüşmeyi yasakladılar, dedi. – Benim aradığımı söyler misiniz, dedim. Öğrenince telefonu istemişler, hatırımı sordular… Teselli ettim. – Hemen geliyorum efendim dedim. – Pekâlâ buyurdular.
Atladık hastaneye gittik. Ziynet ninemi farklı odaya, Habil amcayı farklı odaya almışlar. Odanın kapısında yeğenleri Ayşe ablayla karşılaştık. – Ömer abi şuurunu kaybediyor, dedi. Yıkıldım…
Yanlarına girdim. Bakıp, sıkıntı içinde tebessüm ettiler... Alınlarını okşadım, teselli ettim... O anda şuurlarını kaybettiler. Hayallerinde Ziynet nineyle telaşlı telaşlı konuşuyorlar, -Hanım… Abidin bey gelecek, hazırlık yapalım… (Seyyidlere hürmete ve muhabbete bakınız…)
Başlarında Sefer bey Kur'ân-ı kerîm okuyor. Bir Yasin-i şerif okudum. Sıkıntılılar... Fazla kalmamız yasak. Ayağa hiç kalkmayacaklar. Hiç üzülmeyecek ve yorulmayacaklar. Çaresiz durumdayız…

ÖLÜM YATAĞINDAKİ EDEB…
Bana – Oğlum, benim helâya gitmem lazım dediler. – Efendim doktorlar ayağa kalkmanıza izin vermiyor. Burada bir çaresine bakalım…Ölçüye bakınız, – Bu odada Kur'ân-ı kerîm tilavet olundu… Burada olur mu hiç… O tatlı bakışlı gözler zor açılıyor. Yanlarında bir tuğla. Teyemmüm aldılar. Namazı yattıkları yerde kıldılar. Başlarında sürekli birinin bulunmasına izin var ama kalanlar terk etmeli... Doktorların emri böyle... Seyyid Abidin abiye – Bu akşam ben kalayım yarın siz kalırsınız dedim.– Yok, yok Ömer âbi, bu akşam ben kalacağım. Yarın sen kalırsın, dediler. Biz ayrıldık. Alınlarından öptüm. Bilemezdim son öpücük olacağını...

GELİNLER EVDEN CUMA ÇIKAR…
Ziyaretine gelen bir sevdiklerine demişler ki: – Perşembe'ye düğünüm var… Gelinler evden Cuma çıkar…
Perşembe günü vefat ettiler. Cenazeleri hastaneden Cuma günü çıktı… En son kerametleri bu oldu…
Abidin abi çok üzüntülü: – Son anlarında hanımı getirin bir göreyim dedi... Yasak olduğu için görüştüremedik. Ne bilelim böyle olacağını?.. Bilseydik görüştürürdük. Nasıl içim yandı… Son nefesinden önce pencereye doğru kollarını uzattılar… Sanki birine sarılmak ister gibi… Kalkmaya çalıştılar. Allah bilir ya Efendi hazretleri penceredeydi…
Sekerat halinde hep Kur'ân-ı kerîmi öpüp kokluyor, yüzlerine sürüyorlar. Büyük ebatlı ve ağır bir Mushaf olduğu için başındaki âbiler onu alıp, hafif başka kitaplar veriyorlar. Gözleri kapalı ama onları geri itiyor. Kur'ân-ı kerîmi istiyor. Veriyorlar… Yine öpüp, koklayıp, yüzüne sürüyor. Öyle… mışıl mışıl bir uykuya dalıyorlar…
Bu öyle bir uyku ki, boyutlar ötesine, suretten hakikate geçiyorlar… Efendilerine kavuşuyorlar… Bu öyle bir uyku ki, onun yanında bizim sürdüğümüz şu hayat, uyku mesabesinde. Zaten aşina oldukları zaman ve mekân ötesine bir doğum, bu uyku… Dünyanın bitmez, tükenmez çilesinden kurtuluş… Düşünsenize… O uykuyla uyanıp, Âlemlerin Efendisine 'aleyhisselam' kavuşmak… O tatlı ellere kapanmak… – Geldim ya Resûlullah 'aleyhisselâm'… Sizi ne de özlemişim, diyebilmek… O tatlılar tatlısı tebessüme muhatap olmak… Bir bir Peygamberleri 'aleyhimüsselâm' görmek, ellerini öpmek… Sırılsıklam aşık olduğunuz dört halifeye 'aleyhimürrıdvan' sarılmak… Bütün Eshâb-ı kirâmın 'aleyhimürrıdvân' gül yüzlerine, göz yaşlarıyla bakmak… Altun Silsile'nin bütün büyükleriyle sohbet… Şâh-ı Nakşîbend, İmâm-ı Rabbâni, Seyyid Abdülkâdir-i Geylâni ve tabii ki Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsi 'kaddesallahü teala esrarehüm' hazretlerinin ayaklarına kapanmak… En büyük nimet olarak da Allahü tealanın didârını görmek…
Boyutlar içinde tutsak olan bizlerin, göremediği, anlayamadığı bu duyguyu yine büyükler ölçülendirmiş…– Ölüm sevgiliyi, sevgiliye kavuşturan köprüdür… Ölen bir daha geri dönmek istemez…
(İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn) Hepimiz Allahın emrinde ve dileği altındayız ve hepimiz Onun huzûruna çıkacağız!
Büyüklerden biri vefat etmiş… İnsanlar akın akın cenaze namazını kılmaya koşmuşlar. Gelenler içinde bir büyük zat varmış. Vefat eden Allah dostunun tabutunu musalla taşında görünce, mana aleminde konuşmaya başlamışlar. Gelen zat, – Efendim nasılsınız diye sormuş. Vefat etmiş olan büyük zatın cevabı ne kadar sarsıcı: – Ölüler, bir dirinin cenaze namazını kılmaya geliyor. Ne garip değil mi?..

TABUT DEĞİLKİ, ÇEYİZ SANDIĞI…
Yeryüzü simsiyah… Kabirlerinin başındayım. Tabutlarının daha doğrusu çeyiz sandıklarının gelişini seyrediyorum. Allahım, onları böyle mi görecektim?.. Getirdiler... Tabutun üst kapağını açtılar. Boylu boyunca beyazlara bürünmüşler. İşte sevdikleri Şerif Kayacan bey kabire indiriyor. Yüzünü açıyor. Güler gibiler… Bu onları dünya gözüyle son görüşüm. Büyük velilerin kabirlerinden koparılan gülleri, gözlerinin üzerine, dudaklarının arasına koyuyorlar gül yüzlümün… Ve kefen kapatılıyor. Artık onları hiç göremeyeceğimin acısı vuruyor içimi…
İmâm-ı Rabbânî hazretleri 'kuddise sirrehül aziz' vefat ettikten sonra yıkanırken kolları yana uzatılmış. Kolları kendiliğinden namazdaki gibi birleşmiş. Habil amcaların da öyleydi. Kabirde en son görenlerdenim. Namazdaki gibi karınlarının üzerinde birleşmişti ve sağ elleri sol bileklerinin üzerindeydi. Kefenin üstünden belli oluyordu…

BEDENİ KABİRDE, HİMMETİ YANI BAŞIMDA
Toprakları atılırken aklım adeta gideyazdı. Bu anda ayağımı nereye bastığımı bilemedim. Kabir taşlarına yaslı büyükçe bir taşın üstü boşluk. O boşluğa girdi ayağım ve sağıma doğru düşmeye başladım… Tutunacak yer yok. Tam ayağım kırılmak üzereydi ki sağ kolumdan biri tuttu tekrar düzeltti beni. Hemen kim olduğuna baktım. Çevremde bana ulaşabilecek yakınlıkta kimseyi göremedim… Onlardı biliyorum… Kendileri kabirde, himmetleri yanı başımda…
Evime döndüm. Odama geçtim oturdum. Gözlerim boşluğu dövüyor. Evlerine telefon açsam. Her zamanki gibi – Buyurun, diye telefona çıkarlar mı? Bir defasında açtım. Telefonun sesi bile beni o günlere götürmeye yetti. Çaldı çaldı açan olmadı… Ağladım… Bir daha da arayamadım…

ZİYNET NİNEM ÇAĞIRDI AMA…
Ziynet ninem yeğenlerinin yanına yerleştirildi. 6 ay sonra bir gece rüyamda, iki büklüm, sağ kollarını uzatmış bana uzanmaya çalışıyorlardı. Hayırdır inşallah demeye kalmadı ki onların da vefat haberi geldi. Meğer beni çağırıyorlarmış. Anlamamışım… Neyi anladım ki zaten… Sevgililer buluştu toprak perdesinin altında.
O sabah bir ablamız eşiyle kahvaltı ederken, - Hayırdır inşallah demiş. Bu gece bir rüya gördüm… Habil amcanın hanımı Ziynet nine vefat etmiş. Benim için ayırdığımız kabri ona vermişiz, diyor… Bir saat geçmiyor ki bu aileye bir telefon geliyor. Ziynet ninenin vefat ettiği ve kendilerine kabir yeri arandığı söyleniyor. Bu talihli ablanın mezarı ona veriliyor. Habil amcayla kabirleri yan yana geliyor…

YILLAR SONRA…
Yıllar geçti. Hizmetlerimin hepsini unuttum. Ama kusurlarım içimde dağ dağ büyüdü, büyüdü… Geçen sene (2008) rüyamı şereflendirdiler. Ben oturuyorum, onlar başucumda ayakta. Üzerlerinde her zamanki pardösüleri… Başımı kaldırdım o tatlı yüzlerine baktım: – Efendim hizmetinizde yaptığım kusurlar beni çok üzüyor, dedim… Güldüler. Saçlarımı okşadılar, – Yok, yok… diyerek bu yükü 15 yıl sonra üzerimden aldılar… Elhamdülillah…
Bir defasında bu sefer onlar oturuyor, ben yanaşıyorum… Sarıldık birbirimize, ama nasıl bir hasretle…
Onların ardından onları kime anlatsam aşığı oldu. Onları anlattığım ortamın o anda havası değişti. Onları az buçuk, anlattıklarımla tanıyanlar çok yandılar. – Keşke bize de görmek nasip olsaydı, dediler. İstanbul Edirnekapı'daki kabrine koşturdular. Habil amcanın ve ninemin kabrini bir çiçek bahçesine çevirdiler. Allahü teala hepsinden razı olsun…
MÜNACAAT
Sultanım benim… Siz Efendinize gittiniz ben burada yetim ve garip kaldım… Elimde kandil sizi arıyorum… O dağ gibi heybetinizin içindeki şefkati özlüyorum… Mahşer günü inşallah ardımda binlerce seveninizle geleceğim. – Bunlar size görmeden âşık olanlar. Onları himayenize alın, diyeceğim… Biliyorum kabul edersiniz. Çok şefkatlisiniz…
Siz Efendi hazretlerine nasıl aşıktınız öyle… Aşkın mektebi oldunuz bize… Sizden öğrendiklerimizle dünya ve içindekiler değersiz geldi gözümüze. Ömer-ül Faruk'unuz o tatlı günlerin hayaliyle yaşıyor şimdi… Hatırladıkça burnunun direği sızlıyor ama ne çare…
Şimdi ne halde olduğumu siz benden iyi biliyorsunuz… İçim acıyor efendim… Gönül yarasına ilaç için himmetinizi bekliyor oğlunuz… O saçlarımı okşayan pamuk ellerinize, şefkatli bakışlarınıza kavuşmak mahşere kaldı artık… Hani bir gün demiştiniz ya, "Bu zamanda iman ile ölene acınmaz oğlum. O kurtuldu diye…" Bunun için ben, sevdiklerim ve bu yazıları okuyup içleri acıyanlar duanızı bekliyoruz… Hepimiz iman ile ölüp size ve Allah dostlarına kavuşalım istiyoruz…
ONLARDAN…
* Efendi hazretleri dua ederken ve okuduklarını hediye ederken "Âdem aleyhisselamdan inkırazı âlem (kıyamete) kadar gelmiş ve gelecek bilcümle mümin ve müminâtın ruhuna hediye ettim, diye dua buyururlar idi… (Hediye ettikleri, imanla ölecek olanları kabrinde bekliyor yani…)
* Habil amcalar bana Türkiye Gazetesi'nin hazine değerinde dini bilgiler yayınlanan orta sayfasını her seferinde yüksek sesle okutur, dinlerlerdi. Çok hoşlarına giderdi. Bir seferinde 'Şiirlerle Menkıbeler' köşesinde Efendi hazretleriyle yaşadıkları bir hatıraları yayınlanmıştı da nasıl mutlu olmuşlardı. O yazıyı bana okuttular. Ben doyamadım bir daha okumak istedim. – Hadi oku bakalım, dediler memnuniyetle. H. Hilmi Işık 'rahmetullahi teâlâ aleyh' efendinin kitaplarını ziyaretine gelenlere özenle dağıtır, – Bizim de hizmetimiz böyle olsun, derlerdi…
* Habil amcalar Allahü teâlâ seâdet-i dâreyn nasip etsin diye dua ederlerdi… Yani iki dünya seâdeti versin…
* Efendi Baba buyurdu ki, "Bin oğlum olsa hepsine Ahmed ismini koyardım…" Nitekim oğulları hep iki isimli… Ahmed Mekkî, Ahmed Münir gibi…
* Habil amca her akşam bir cüz okurlardı. Efendinin vefatından sonra talebeleri cüzleri paylaşmışlar. Abdülhakîm efendiye her akşam bir hatim gönderilirdi…
* Bana siyah kaplı defterinden birkaç kere şu menkıbeyi okudular. Hazret-i Ebu Bekir 'radıyallahü anh' bir gün hizmetçisinin getirdiği sütü içti. Bir yudum aldı ki sütü ağzından çekti ve sordu – Bu sütü ne ile aldın… Hizmetçisi – Cahiliyye devrinden öğrendiğim efsun ve sihirle para kazandım. Onunla aldım… Bunun üzerine Sıddîk derhal parmağını boğazına saldı. İçtiğini çıkarmak için öyle uğraştı ki ölecek sandılar. Sonra dua etti, - Ya Rabbi, iktidarım dâhilinde olanı çıkardım. Damarlarımda kalan zerreler için beni affet… Sonra da hizmetçisine bir daha böyle yapmamasını sıkı sıkı tembih etti.
* O defterdeki Efendi hazretlerinin şu ifadesi çok çok hoşuma giderdi: Ey hakikatleri arayan kardeş…
* Şu mısraları sık sık okurlardı…
Bütün dünya benim olsa, gamım gitmez nedendir buEzelden gam turab ile yoğrulmuş bedendir bu (turab: toprak)
* Efendi baba çocuğu olmayana Allah vermesin. Olanı da muhafaza etsin, diye dua ederlerdi. Evlat, benim oğlum olsaydı şimdi onu ahlaksızlıktan nasıl koruyacaktım, kızım olsa idi kime güvenim verecektim. Bizim çocuğumuz yok ama çocuğumuz çok… Sizler hep bizim çocuklarımızsınız…
* Habil amcalar bana su içerken, -Suyu üç yudumda iç… Suyun tıkadığını hiçbir şey açmaz, derlerdi…
* Nerde namaz var orada iman var, nerde namaz yok orda iman ya var ya yok… Şüphelidir evladım…
* Bir köye gideceksiniz diyelim… Bu köye iki yoldan da gidilebiliyor olsun. Bilseniz ki sağdaki yoldan giderseniz yolunuzda sizi aç bir aslan bekliyor. Soldaki yoldan giderseniz kötü bir arkadaş bekliyor. Siz sağdan gidin şehit olun… Soldan giderseniz o kötü arkadaş imanınızın elinizden gitmesine sebep olur Allah korusun…
* İlk öğrendiğim şeylerden biri şu idi: – Gıyapta yapılan dualar mutlaka kabul olur. O halde birbirimize arkamızdan dua edeceğiz
* Habil amcaya bir gün – Efendi hazretleri niye fazla kitap yazmadılar diye sorulmuş. Cevabın güzelliğine bakınız: – Onlar kitaplarını insanların kalplerine yazdı evlat…
* Efendi hazretlerinin dokunduğu yerden bin yıl feyz (nur) yayılır… (Elhamdülillah… Ben o elleri öpen elleri defalarca tuttum… O elleri defalarca öptüm…)
Vesselam…

Ömer Çetin Engin
www.saatlimaarif.com

0 Yorum:

Yorum Gönder

 

2009 ·Vefâ Arşivi by TNB