Şiir

Şiir
Ben Osmanlıyım

Okudum Not Aldım

Okudum Not Aldım
Hayatta İki Şey

Türkçe... (Mi?)

Türkçe... (Mi?)
Tehlike...

Okudum Not Aldım

Okudum Not Aldım
Ne Çıkar Ateşböceği Sansalar Bizi…

Burun farkı

15 Ekim 2009 Perşembe


Annem "Duyuyor musun?" dedi, "Latif bir koku var havada".
Ters ters bakıp, "Ya sabır" çektim.Hani latifin ne demek olduğunu bilmesek neyse. Kapı önündeki çöplerden sızan zifir renkli sular ekşi ekşi kokuyordu bir kere. Sonra bacalardan püsküren katran katran dumanlar bırakın genzi, göz yakıyordu. Rüzgâr kâh Haliç'ten lâğım usareleri taşıyordu, kâh caddeden egzoz rayihaları. Üstüne üstlük mektebin işgüzar hademesi çöpleri yakmış naylonla karışık pis bir lastik kokusu sarmıştı mahalleyi.
Annem şaşkınlığımı anladı sanırım. Gülerek "öylesi değil" dedi, "Bir duygu bu, bir his. Tarifi öyle güç ki"
- Bilmece gibisin bugün?
- Nasıl anlatsam sana, neşe mi desem, yoksa coşku mu?
- Ay anne! Çatlatma insanı. Açık konuş n'olursun.
- Ramazan kokusu kızım... Bu hava dünkünden değil, inan!
Bir evvelki nesilden ne kadar farklıyız. Benim bildiğim bürokratımız mevki, müteahhidimiz ihale, tüccarımız ise para kokusunu iyi alır... Sonra talebemiz not, futbolcumuz gol, politikacımız oy kokusunu. Ama iş mâneviyata gelince... Biliyorsunuz işte.
Ramazan kokusu ha! Bunu hissedebilmek için dört gözle beklemek lazım mübarek günleri. Hasretiyle yanıp, sevdası ile kavrulmak gerekli. Çok şükür ulaştık ulaşmasına da, Hakk aşıklarının kazandıkları elbette çok başka.
Annem o gün konuşturulmaya hayli müsait idi. Fırsatı kaçırmadım. Laf açacak laflar attım ortaya. "Bir programlık olsun malzeme çıkarsam kârdır" dedim hani.
Annem kitap gibi döktürdü maşaallah. Hoş zaten benzer satırlarla hemhal olduğunu biliyordum sabahtan beri. Kimbilir, belki de ezberledikleri.
"Ramazan ayında yapılan nafile ibadetler başka aylarda yapılan farzlar gibidir" diyerek girdi söze. Sordum:
- Ya farzlar?
- Bu ayda yapılan farzlar, diğer aylarda yapılan yetmiş farz gibidir.
- Büyük fırsat.
- Evet uyanık olmak lâzım. Gel bu ay gücümüz yettiğince ibadet edelim. Kur'an-ı Kerim okuyalım, zikr yapalım, sadaka verelim... Sonra ilim meclislerinde bulunalım.
- Ya namaz. Unuttun galiba.
- Unutur muyum hiç. Hele kaza borcu olanların boşa geçirecekleri tek dakikaları olmamalı. Yine bu ayda bir oruçluya iftar verenin günahları afv olur, cehennemden azad edilir. O oruçlunun sevabınca sevaba kavuşur.
- Mutfaktan çıkamayacağız desene.
- Öylesi şart değil. Âlemlerin Efendisi (sallallahü aleyhi ve sellem) "Bir hurma ile iftar verene de, yalnız su ile oruç açtırana da, biraz süt ikram edene de bu sevap verilecektir" müjdesini sunuyor bizlere.
- Aaaa ne güzel. Vakit girdiğinde sürahiyi alıp cami kapısına mı dikilsek?
- Dediğin bir kutu hurma ile de yapılabilir pekâlâ. Unutma bak, bunu hatırlatalım Faruk'a.
- Beni yemek sıkıntısı sardı şimdiden. Sahi ne pişirilir misafirlere?
- Her zaman neyi yiyorsan onu. Bir miktar sulu yemek ile bir tas pilav yeter gelenlere. Azıcık turşu ile fevkalade zenginleşir sofra. Eh altına çorbasını, üstüne tatlısını da ayarlayabilirsen aliyyulâlâ olur.
- Doğru. Bak, ben mükellef ziyafetlerde bunalmış sıkılmışımdır hep. Sofranın şaşaası daima ezmiştir beni. Ancak nedendir bilmem, mütevazi ikramları sıcak ve samimi bulurum. Sonra keten örtülü masalar yerine, sofra bezi üstüne kuruluveren siniler.
- Davetlileri fakir ve kimsesizlerden seçmeli bence.
Faruk atıldı:
- Talebeleri unutmayın.
İtiraz ettim:
- Onların neresi muhtaç ayol? Filinta gibi hepsi.
- Canım ihtiyaç meselesi değil bu. Onlar zengin dahi olsalar gariptirler. Talebenin halinden ben anlarım. Lüks kebapçılardan karnınızı doyurabilseniz bile, bir ev yemeğine hasretsinizdir yine. Bir tarhana çorbası burnunuzda tüter mesela. Talebelik değil mi, varsa yoksa yumurta, döndür dolaştır makarna.
Annem münakaşamızı duymadı bile. Devam etti:
- Yine Resulullah Efendimiz (Sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdular ki: "Bu ay sabır ayıdır, sabr edenin gideceği yer cennettir"
- Güler yüzlü ve tatlı dilli olacağız desene. Ne sövene aldıracağız, ne dövene. Hoş göreceğiz insanları.
- Bak güzel dedin bunu. Bu ayda ibadet ve hayırlı şeyler yapabilenlere bütün sene benzerlerini yapmak nasip olur. Bu aya saygısızlık yapanın bütün senesi günahla geçer.
- Tevekkeli değil "Ramazan nasıl geçerse, yıl öyle geçer" derlerdi eskiler.
- Bu ayda işverenlerin işçilerine müşvik davranmaları ve onları tahammüllerinin üstünde yormamaları hoş olur. Yine asker ocağında komutanların, yatılı mekteplerde muallilerin oruç tutanların sahurlarını düşünmeleri unutulmaz bir iyilik ve fevkalade incelik olur.
- Ya âşikâre oruç yiyenler..
- "Allah ıslah etsin" daha ne diyeyim?
- Mümini incitmemeye dikkat, bir insanlık icabıdır bence.
- En azından nezaket.
- Bak anne senin anladığın ramazanlar ile lanse edilmek istenenler arasında çok fark var.
- Nasıl yani?
- Ne bileyim, ramazan denince iç bayıltıcı sofralar, Karagöz-Hacivat oyunları, tombala partileri, direkler arasındaki çadır tiyatroları, def, dümbelek, zil ve nihayet cırtlak sesli Ermeni kantocular geliyor benim aklıma. Sonra sahur davulcuları filân.
- Baştakilere itirazımı biliyorsun. Ancak davulcuya tavır koyamayacağım bak.
- Niye?
- Davulcularla, pideciler bizim yapamadıklarımızı yapıyorlar. Ramazan-ı şerifi hatırlatıyorlar insanlara. Çocukluğumdaki ramazanlardan zihnimde sadece bu ikisi kaldı. Bir de şey...
- Ney?
- İftar topu... Yarabbi ne kadar severdim o sesi... Hele teravihler... Bazen erkeklere gıpta ediyorum. Her teravihi ayrı camide kılıp, 30 ayrı camide 30 ayrı hava soluyabilirler pekâlâ. Mesela babası taksa peşine Mustafa'yı dolaşsa keşke.
- Bırak anne o fingirdeği. Kıkırdayıp durur. Sinirini bozar cemaatin.
- Çocuk bu gülecek elbet. Bak bazı yaşlılar bilirim, kendi torunlarını getiremezler, ancak başkalarınınkini terbiyeye kalkarlar camide. Çoğu kez de kırıcı olurlar. Azarlayıp zedelerler onların billur dünyalarını. Korkarım izi kalır bu tatsızlığın, lekelenir berrak hafızaları. Söyleyin n'olur: Çocuklarımızı mescidden soğutmaya kimin hakkı var?
- Türbe ziyaretlerini unuttun anne.
- Sorma. Bir Muhammed Emin Tokadi efendiye, bir İbn-i Kemal Paşazade hazretlerine uğramalıyız mesela. Sonra Abdülfettah ve Murad-ı Münzâvi Kuddise sirruh'a.
- Yahya Efendi, Aziz Mahmud Hüdai, Sümbül ve Merkez efendiler...
- Hele Hırkayı Şerif'e gidilmeden geçirilecek bir Ramazan...
- Düşünemiyorsun bile, öyle değil mi?
- Öyle... Ya Sultan?
- Hangi sultan?
- İstanbul'umuzun mânevi sultanı. Halid bin Zeyd... Radıyallahü anh.
- Ve diğer sahabeler... Hani bu şehirde yaşadığıma seviniyorum bazen. Bu büyük komşular nimet be.
- Fark edebilene tabii, nasiplilere. Allahü teâlâ onların yüzü suyu hürmetine şu mübarek günlerden istifade nasip eylesin bizlere.
Yüzüme baktı "Amin desene kız!" gibilerinden. Bekletmedim onu fısıldadım "Amin!"

Annemden İşittiklerim - Rabia Akyüz
13 şubat 1994 Pazar
Türkiye Gazetesi'nin Hanımeli Eki

0 Yorum:

Yorum Gönder

 

2009 ·Vefâ Arşivi by TNB