Şiir

Şiir
Ben Osmanlıyım

Okudum Not Aldım

Okudum Not Aldım
Hayatta İki Şey

Türkçe... (Mi?)

Türkçe... (Mi?)
Tehlike...

Okudum Not Aldım

Okudum Not Aldım
Ne Çıkar Ateşböceği Sansalar Bizi…

Bir “Havadandır” tutturmuş gidiyoruz

15 Ekim 2009 Perşembe


“Makarna kessek iyi olacak” dediğinde, karşı çıktım anneme. Makarna dediğin kaç kuruşluk şeydi ki. Renk renk, boy boy, şekil şekil dizilmişler vitrinlere. İnsan seçmeye şaşırıyor ayol. O eskidendi. Oturup yufka açar, kesip kuruturdu kadınlar. Hani üşenmezlerdi de.
Annem itirazlarımı sabırla dinledi. Sanırım böyle bir tepkiyi bekliyor olmalıydı benden. Şaşırmadı.
Yorgun bir sesle “Omuzlarım ağrıyordu da” gibi bir savunma yaptı sadece. Sataştım adeta.
-Canım ne alâkası var yani. Ev makarnasının omuz ağrılarına iyi geldiğini iddia etmeyeceksin herhalde.
-Aksine iddia ediyorum, fevkalade iyi gelir.
-Haydaaa!
-Biraz oklava sallayabilsem kan yürüyecek adalelerime, otura otura paslandık nicedir.
-Ha şu mesele.
-Bak salça da yapmadık bu sene.
-Amaaan anne o ezik domateslerle kim boğuşacak. Pazardan taşı, ez, tuzla, kaynat… hani ucuza da gelmiyor. Halbuki alıyorum bir yarım kiloluk, üç hafta yetiyor bana. Gelen liranın başına gelsin. Bizimkilerin astarı yüzünden pahalıya çıkıyor.
-Evet. Yine aynı mantıkla turşu da yapmadık. Öyle ya turşucu dibimizde zaten. Özenirsen yaptırırsın bir torbacık, körletirsin nefsini. Küplerle bidonlarla boğuşmazsın değil mi?
-İnan en doğrusunu söyledin anne.
-Eh tarhana için yorulmaya gerek yok. Ismarlayıverirsin köyden, geliverir anında.
-Hatta marketlerde hazırları var şimdi. Sadece su koyuyorsun tencerene poşettekini döküp iki fıkır aldırdın mı, oturtuyorsun sofraya… Hatta oralet gibi bardakla içilenleri bile çıktı. Kaynar suyun olsun yeter.
-Biliyorsun musun yufka da açmaz olduk nicedir.
-Doğrusunu istersen işgüzarlık olur, bu yufkacı bolluğunda. Üç ekmek parasına kurtarıyorsun tepsiyi. Kim uğraşsın oklavayla. Sanırım birkaç sene sonra kek ve pasta da yapmayacağız evlerde. Hatta yemek de pişirmeyecek, sadece sandviç yiyeceğiz belki de. Hem bakarsın onun da makinesi çıkar belli mi olur.
-Çıkar çıkar… Çıkmaz mı? Ekmek kızartmak ve yumurta pişirmek bile makinelere kaldıysa. Evet, bulaşık makinesi, çamaşır makinesi rahatlık, rahatlık olmasına da. Yorucu olan işçilik değil, işsizlik bence. Bak şu haline. Dünden ölmüş, bu güne kalmışsın sanki. Senin yaşındayken daha dinçtik biz. Ama çamaşırı leğende yıkar, kazan yakar, odun kırardık. Tarhana, sucuk, salça, bulgur, kuskus, makarna hazırlardık ki zahmetini biliyorsun onların. Ancak dinç ve sıhhatliydik. Bak geçen sene hatırlarsın arka bahçeye maydanoz ve taze soğan ekmiştim. “Maydanozun demedi kaç para?” deme şimdi bana. O iki kulaçlık yer iyi oyalıyordu bizi.
-Bu sene niye ekmedik sahi?
-“Amaaan anneee, işin mi yok” diyen, sen değil miydin?
-Demişimdir hem de.
-Neyse… Bak yine o yıllarda ter yüz ve yama işleri ciddi ciddi meşgul ediyordu bizi. Hoş o zamanlarda da çorap pahalı ve ulaşılmaz değildi. Ancak defalarca yamardık onları. Kullanırdık, eriyip tükenesiye. Çalıştıkça ışıldar, meşgale arardık koparırcasına. Bıkkınlık, bezginlik tanımazdık. Tahta ovar, badana yapardık. Nedendir bilinmez işlerimiz azaldıkça, çoğaldı yorgunluğumuz. Bir “Hımm” çektim… Elimi çeneme koyup kıstım gözlerimi, haklıydı be annem… Bayağı da haklıydı işte… Sabahları dayak yemiş gibi kalkıyor, uykuya doyamıyorum. Uyuşturucu kullanmış gibi sürüklüyorum terliklerimi. Aynada tanıyamıyorum kendimi. Hem kilo alıyorum, hem de çöküyor gözlerimin altı. Elbiselerim darlaştı, ama benzim sapsarı. Halsiz ve mecalsizim. Bir “Havadandır” tutturmuş gidiyoruz. Evet hava kirlendi, kirlenmesine, daha bir ağırlaştı kabul. Ya biz? Ağırlaşmadık mı yani? İşsiz kalmaktan değil, işten kaçmaktan yorulduk. Belki farkında bile değiliz, ama genç kızlığımızdan itibaren fotoromanlardaki konak dilberlerine diktik gözümüzü. Onları taklide kalktık şuursuzca. Aklımız standardı yüksek olanlara takıldı kaldı. Mermer basamaklı köşkler, hasbahçeler, havuzlar. Sonra halılar, avizeler. Derken uşaklar, dadılar, aşçılar. Zengin gardıroplar ve nadide mücevherler. Tabii en başta gözümüzün içine bakıp, salak serenatlar atan aklı kıt ama parası çok şapşalca bir koca.
Bakın annemin “arka bahçeye maydanoz ekme” teklifi fena değil. Bu hanımlık ayakları kurutacak bizi. Azıcık ırgatlık yapsam, kazma, çapa, kürek tutsam iyi gelecek kollarıma. Maydanoza değil kendime muhtacım ben. Adalelerime.
İçimden “Bu sefer kırmayacağım” dedim annemi. Hâlbuki rahatlıkla ekebilirdim onu. “Geçti artık, şimdi mevsimi değil” filan diyebilirdim pekâlâ.
“Tamam” dedim, “Dediğin gibi olsun. Efendiye söyleyelim tohum alsın biraz. Maydanoz, marul, tere… Ne denk gelirse”
Sonra ani bir kararla serdim sofra bezini, koydum tekneyi, tahtayı ortaya, boca ettim unu. Tam 40 yumurta kırıp hamurdan bir dağ yaptık. Mıncıklayıp yoğurduk koca kütleyi. İş oklavalara düştüğünde pespembe kesilmişti yüzümüz, ter tomurcuklanmıştı alınlarımızda. Annem neşeyle konuştu.
-Yumurta da bizim tavuklarınkiydi be, çifte sarılıydı her biri. Sarı ne kelime, çifte kırmızılı diyeyim de anlayın size.
Bunun ardından gelecek cümleleri tahmin edebiliyordum. Bahçedeki metruk kümesi şenlendirmekten dem vuracaktı garanti. Çiçeklerin mahvolması bir yana, pislikten geçilmeyecekti taşlık. O eskidenmiş, en yakın ev 50 metre ötedeymiş zamanında. Ama ya şimdi? Makarnaya tamam, ama kümese “ıhh!”
Duymazlıktan geldim annemin mevzuya girişini. Hatta “Yahu n’olacak şu Ayla’nın düğün işi” gibi alâkasız bir cümleyle dağıttım dikkatini. Sonra öyle bir Ayla muhabbeti sardırdım ki kümes gelmedi bile aklına.
Çok zaman tutar bu numaram… Yine tuttu.
İşi bileceksiniz.

Annemden İşittiklerim - Rabia Akyüz
Türkiye Gazetesi Hanımeli Eki
6 Şubat 1994 Pazar

0 Yorum:

Yorum Gönder

 

2009 ·Vefâ Arşivi by TNB