Şiir

Şiir
Ben Osmanlıyım

Okudum Not Aldım

Okudum Not Aldım
Hayatta İki Şey

Türkçe... (Mi?)

Türkçe... (Mi?)
Tehlike...

Okudum Not Aldım

Okudum Not Aldım
Ne Çıkar Ateşböceği Sansalar Bizi…

Üstelik kıpkırmızıydı kulakları

7 Şubat 2010 Pazar


Bizim beyin muhabbeti çekilir hani. Hele gününde olmasın. Daldan dala konar inciler döktürür. Ama al kalemi eline şundan bir yazı çıkar derseniz “I ıh!”
Birkaç kere zoraki oturttum onu, “Biraz evvel anlattıklarını kâğıda dök lütfen” dedim. Kırk yılda bir tüttüren adam yarım paket sigara tüketti. Kemire kemire kaleminin ardını kopardı. Sonunda kıymık kıymık yırttı kâğıtları, tıktı çöp sepetine. “Neme gerek yahu!” dedi, “Meraklısı yazsın, zorlamayla olmuyor işte”
Azıcık sabırsız. Ahh biraz sebat edebilse, inanıyorum çok güzel şeyler çıkarır. Eh biz de yükün birazını devrederdik ona.
Bakın ben de tam aksine, kalemimle baş başa kalmaktan zevk alırım. (Hoş buna pek fırsat bulamam ya) Gelgelelim ciddi bir konuda fikrim sorulmayıversin. Görücüye çıkmış kızlar gibi kekeler, bocalarım. Yutkuna yutkuna düzmeye çalıştığım abuk sabuk cümlelerden çoğu kez bir şey anlamaz muhataplarım.
Geçen Mustafa’ya ödev vermiş öğretmeni. “Sağlam kafa, sağlam vücutta olur” cümlesini açıklayan bir kompozisyon yazın demiş. Çocukcağız kâğıt elinde epey koşturdu ardımda. Mübarek iftar vakti dolandı ayağıma. “Babana gitsene yavrum” deyip savdım başımdan.
Neyse babasının iyi saatine gelmiş olacak. “Dur sana biraz nutuk çekeyim” dedi, “Kendin, kafana göre toparlarsın sonra”
Ufak öksürüklerle başladı seminerine (!) başladı döktürmeye. Ama ne inciler…
“Bir kere bu söz külliyen yanlıştır” diye girdi mevzuya.
Çocuk şaşkınlıkla sordu:
- Anlayamadım baba?
- Anlatayım evlad. Eeee şöyle bakıyorum da; ilim, siyaset ve sanat hayatımızda iz bırakanların ekserisi hastalıklı ve muzdarip insanlardır. Mesela üstad Necip Fazıl çelimsiz vücudunu zoraki gezdiriyordu son yıllarında. Benzi solmuştu mübareğin. Yine Ahmet Arvasi beyin hapishaneden çıktığında ayaklarını sürüyecek mecali yoktu. Dizleri bükülmüştü dermansızlıktan. Ancak parmağında daktilo tuşlarına basabilecek gücü bulduğu sürece yazdı ki, hâlâ ışık tutmakta, hedef göstermektedir bizlere. Yine rahmetli Turgut Özal altı ayda bir masaya yatıp bistüri yediği günlerde fevkalade faydalı hamleler yaptı memleket için. Yavuz Sultan Selim, kafasıyla bizim tahayyül bile edemeyeceğimiz hedeflere koşarken vücudu yenilmişti bir ufacık çıbana.
- Şirpençeydi di mi?
- Hah işte o. Ben de adını denk getirmeye çalışıyordum. Dilimin ucundaydı. Yine Halid bin Zeyd hazretleri İstanbul önlerinde bir cihad destanı yazarken hastalıklardan kıvranıyordu. Ancak onların kafaları asla esir olmadı vücutlarına.
- Anlıyorum baba.
- Genelleyelim istersen. Bak Anştayn ufak tefek, hastalıklı ve huysuz bir ihtiyardı. Yine Pastör ve Edison’un gürbüz sporcular olduğuna dair hiçbir vesika yoktur elimizde. Toriçelli ve Markoni şövalye değillerdi malum. Napolyon ise sıkı bir Tophane sillesi ile dünya değiştirebilecek kadar çelimsizdi. Kendi askerleri bile “Bacaksız” diyorlardı ona.
- Kemâlettin Tuğcu da kötürümmüş baba.
- Doğrudur oğlum. Hatta böylesine duygusal olmasını sakatlığına borçludur belki de. Peyami Safa ciğerlerine tüberküloz basili çöreklenmiş bir insanın eskisinden çok daha hisli olacağı görüşünde meselâ.
- Onun için mi “ince hastalık” demişler vereme.
- Kimbiliiir… Yine 9. Hariciye Koğuşunda yatak mahkumlarının iç dünyalarını tasvir eder. Bu insanların bizim gülüp geçtiğimiz teferruatları nasıl inceden inceye imbikleyip değerlendirdiklerini, milim milim tartıp dantel dantel işlediklerini okursunuz şaşkınlıkla. Nice yaşlılar bilirim ben. Soluklanmadan otuz adım atamaz, oturmadan on merdiven çıkamaz. Böbreği de, midesi de, ciğeri de, yüreği de çıkmıştır şirazeden, üresi, lipidi, şekeri de. Gelgelelim 1958 yılında tavuk göğsü yediği muhallebicinin telefon numarasını bilir. Mektep ve asker arkadaşlarını tek tek sayar. Lâkin akıl hastanelerinde ne fidan boylu kızlar yatar, ne koçyiğitler.
Ekledim:
- Doğru. Bilmez misin Anadolu halkı çekinir “Delinin gücünden”
- Bak ne diyorum. İki çocuk alalım elimize. Tercihan ikiz olsun. Birini haltercilere, vücutçulara verelim. Protein, vitamin hatta hormonlarla şişirelim. Şöyle görenin dudağını uçuklatan bir insan azmanı olsun. Dövüşsün dursun.
- Terminatör gibi mi baba?
- Hadi öyle diyelim… Diğerini de küf kokan izbelerde bırakalım tozlu kitaplarla baş başa. Âlimler, fazıllar ve ediplerle hemhâl olsun. Uzun yıllar geçsin aradan. On yıl, yirmi yıl…
- Hatta otuz.
- Karşımızda iki insan vardır şimdi. Vücud ve kafa sağlığı yönünden ters orantılı. Bir “goril” ve bir “mütefekkir”
Annem ilâve etti:
- Eyyüb Aleyhisselâmı unuttun oğul. O zamanın şüphesiz en âlimi, en âbidi, en akıllısı ve en ferasetlisiydi. Lâkin vücudu… Biliyorsunuz işte.
Doğrusunu isterseniz ben de hep yorgun ve titrek vücutlar yakıştırmışımdır hayâlimdeki ilim adamlarına. Yalnız değilmişim meğer. Faruk devam etti:
- Sağlam kafa sağlam vücudda olur sözünü tersinden alırsanız eğer…
- Evet?
- Ortaya son derece itici bir mantık çıkar ki, koltuk değneklileri gerzek, hastahane koğuşlarındakini ahmak olarak değerlendirenlere rastlanabilir pekâlâ?
İtiraz ettim:
- Hoppala, daha neler.
- Bu teori bir zamanlar revaç buluyordu ne yazık ki. Avrupa’da üstün ırk peşinde koşanlar bizim taklitçileri de yaman etkilemiş… Hatta…
“Hatta”sını çocukların yanında tamamlayamadı tabi. Ama anladım. Hani şu ithal malı boğalarla (!) nesil ıslahını savunanları kastediyordu besbelli.
Uzatmayayım. Mustafa bunlardan ne anladı, ödevine ne yazdı bilmiyorum. Ancak öğretmeninin kâğıdına koca bir kırmızı çapraz atıp, sıfır verdiğini söyledi bize.
Üstelik kıpkırmızıydı kulakları.

Annemden İşittiklerim - Rabia Akyüz
Türkiye Gazetesi Hanımeli Eki
27 Şubat 1994 Pazar

0 Yorum:

Yorum Gönder

 

2009 ·Vefâ Arşivi by TNB