Şiir

Şiir
Ben Osmanlıyım

Okudum Not Aldım

Okudum Not Aldım
Hayatta İki Şey

Türkçe... (Mi?)

Türkçe... (Mi?)
Tehlike...

Okudum Not Aldım

Okudum Not Aldım
Ne Çıkar Ateşböceği Sansalar Bizi…

Sevinmeli mi, üzülmeli mi?

26 Nisan 2010 Pazartesi


Kitap fuarları iyi girdi hayatımıza. Ramazan-ı şerif oldumu özlüyoruz Sultanahmed’in avlusunu.
Stantlardan taşan zenginliğe bakıp da sevinmemek elde mi? “Ben öğrenmek istiyorum” diyen için, çok şükür her imkân mevcut günümüzde.
Sultanahmet tek parti zorlamalarında pilot cami olarak seçilmişti hatırlayacaksınız. İlk Türkçe ezan onun bestekâr (!) müezzini tarafından okunmuştu ne yazık ki. Malum beyler bekledikleri tepkiyi görmeyince cüretkâr kesilmişler, kaşla göz arasında Türkçe hutbeyi oturtmuşlar, ardından Türkçe namaza zorlamaya yeltenmişlerdi. Demokrat Parti iktidarı ile ezanımıza kavuştuk şükürler olsun, ancak Türkçe hutbe bidatini yuttuk nasılsa. Bu saatten sonra aslına dönelim deseniz tepki alırsınız. Zira ara nesiller böylesini gördüler sadece. Yetişemediler ki hakikisine.
İşte aynı caminin avlusu uyanışlara, kımıldanışlara vesile oluyor günümüzde.
Hattatlar, esansçılar, hurmacılar, kasetçiler… Böylesine kitap fuarı demek uygun mu bilmem. Bana festival, panayır arası hisler tattırır hep. Cicili bicili giyinmiş çocuklar, genç kızlar, delikanlılar…
Ziyaretçilerin ekserisi ailelerdir ve bu insanlar kitap temininden ziyade o hasretini çektikleri atmosferi solumaya gelmişlerdir. Eh arada üç beş şey satın alırlar tabii.
Babaları gayretkeş görürüm. Çocuklarına zoraki kitap beğendirmeye çalışırlar. “Biz okuyamadık, onlar okusun” ifadesi hâkimdir hareketlerine… Bükük boyunlu ve eziktirler.
Ramazan münasebetiyle Bursa, İzmit ve Adapazarı akar İstanbul’a. Otobüslerle yola çıkan bu gruplar başta Eyüb Sultan ve Hırka-ı Şerif olmak üzere camileri, türbeleri gezerler. Ancak nedendir bilinmez iftar vakti Sultanahmed’in avlusunda bulunmaya özen gösterirler. Çıkınlar açılır, azıklar dökülür ortaya. Dil peynirleri, sele zeytinleri, zeytinyağlı dolmalar, köfteler, börekler…
Tanıdığını tanımadığını sofrasına buyur eden bu insanlar turistleri ayırmazlar yerlilerden. Hurma ve lokma ikram ederler onlara. Öz babasına çay ısmarlamayan Avrupalı şaşırır elbet. Zira Müslüman dendi mi sadece yumrukları havada militanlar gelir onun aklına. Kendisine gülümseyen pembe yaneklı bir çocuk, edebiyle farkı fark edilen tesettürlü kızlarımız, gözü yerde delikanlılar, pamuk sakallı dedeler, ak tülbentli nineler. Yüzlerindeki nuru görür elbet. Bunlardan kendisine bir zarar gelmeyeceğine inanır en azından.
Mimarideki zirvelerin, zirve insanların eseri olabileceğini anlar ve o gözle bakar Mavi Camiye.
Kitap fuarı ile Sultanahmet neşe bulur. Benzerlerinin ıssızlığa terk edildiği saatlerde o cıvıl cıvıldır. Buluşma, konuşma, dertleşme ve istişare yeridir. Kısacası hayatın içindedir. Bakın ben çocuk viyaklamasına pek tahammül edemem. Çığlık çığlığa yırtınmaya görsünler, diken diken olur tüylerim. Ne edilip edilmeli susturulmalıdır derhal. Kucaksa kucak, mamaysa mama. Ancak Sultanahmet avlusundaki insanlar öyle sevimli, ama öyle sevimli gelirler ki bana. Tepinen veledleri bile dinlerim şiir hazzıyla.
Çocukluğumuzda bu cenahta böylesi resimli hikâyeler, serüvenler yayınlanmamıştı. Roman açlığımı doyuramamıştım mesela. Bizim zamanımızda Yavuz Bahadıroğlu, Yılmaz Boyunağa ve Hekimoğlu İsmail’i hatırlıyorum sadece. Eserlerini defaatle okumuş, başka yok mu demiştim hasretle. Bugün onlar gibi yüzlercesi sarılmış kaleme. Yaman kırmışlar kabuklarını.
Günümüz Müslümanları hamleci ve liderler. Birçok sahada öncülük ediyorlar milletimize. Mesela hızlı okuma kursları ile büyük ivme kazandırıyorlar kitap kurtlarına.
Yine sesli ve görüntülü yayınlar da çağ atladılar. Video ve teyblerini kullanmayı biliyorlar artık. Sayısız radyo istasyonuna sahipler. “Ah bir de televizyonumuz olaydı” sızlanmalarına ise TGRT son verdi, Allah razı olsun.
Dikkatimi çekti, insanlarımız kendilerine lazım olanı iyi seçiyorlar. Öncelikle itikatlarını koruma çabasındalar. Sonra kendi hayatları ve problemleriyle ilgili kitaplara ağırlık veriyorlar ki, bu ilmihâle olan talebi getiriyor gündeme.
İtiraf edeyim. Bakın ben kitap fuarına niçin giderim. Bunca yıldır bayram ziyaretlerine şeker taşıdım. En az yirmi kapı çalar bir çuval şeker bırakırım dostlara. Üç aşağı, beş yukarı aynı miktarda şeker gelir benim evime. Çocukların bağırsakları bozulur atıştırmaktan.
Birkaç sene evvel bizim efendi “Hediyeye tamam da, niye illa şeker” diyerek açtı gözümü. Öyle ya insanların İslâmi ilimlere şekerden daha az mı ihtiyacı vardı? Ona göre “Şeker” değil “Ramazan” dı bayramın adı.
O sene korka korka denedik, “Eski köye yeni âdeti!” ancak beklediğimizin aksine fevkalade ilgi gördük.
Damla yayınlarından aldığımız “Kur’ân-ı Kerim öğreniyorum” seti mahcup etmemişti bizi. İkinci gidişimizde şakır şakır okuyor bulduk Zehra’nın kızını.
Yine Hayrat Vakfından aldığımız Kur’ân-ı Kerimleri kime verdiysek daha fazla okumak için gayret içinde olduklarını gördük. Hiç niyeti olmayanlar hatim indirdiler. Mübareğin hattı öyle ferah, okunuşu öyle kolay ki.
Bir yeni anneye ninni kaseti vermiştim. Hani o ilahilerle bezenmiş olanından. Annesi “Bunları nereden öğrendin?” demiş şaşkınlıkla. Meğer yıllardır bu nağmelere hasretmiş kadıncağızın kulağı. Düşünün bir kaset nineyi hatırlatıyor nineye… Yine kaset verdiğim evlerin çocuklarından bir kısmı Deli Balta olmuş, bir kısmı Şeyh Şamil. Nara patlatıyorlarmış nara üstüne.
Ama beni en çok şaşırtanı Ayla oldu. Hatırlayacaksınız size sıkça bahsetmiştim, o lafını esirgemeyen belalımdan. Geçen bayram Tam İlmihâl’i sıkıştırmıştım kolumun altına, dalga geçmesin diye sarmış sarmalamış korka korka bırakmıştım bir köşeciğe. Tabii ki çıkışta. Zira onun huyudur. “Ne getirdin kız?” deyip “cart” diye yırtar paketi ve bir kusur bulur mutlaka. Korkunç bir zevk alır beni kızdırmaktan. Görünüşte geçinemeyiz ama ne ben onsuz olabilirim, ne de o bensiz.
Ertesi sabah elinde kitap dayandı kapıma. “Aşkolsun!” dedi, “Teessüf ederim!”… Mahcup mahcup sordum “Hayrola?”
Neymiş efendim, madem böyle bir kitabın mevcudiyetinden haberim varmış da şimdiye kadar niye vermemişim ona. Ben onun ilmihâle olan ihtiyacını biliyormuşum da aldırmıyormuşum hinliğimden. Hep kendimi düşünüyormuşum, bencilmişim, kıskançmışım. Boşa geçen günlerinin vebali banaymış…

Annemden İşittiklerim - Rabia Akyüz
Türkiye Gazetesi Hanımeli Eki
20 Mart 1994 Pazar

0 Yorum:

Yorum Gönder

 

2009 ·Vefâ Arşivi by TNB