Şiir

Şiir
Ben Osmanlıyım

Okudum Not Aldım

Okudum Not Aldım
Hayatta İki Şey

Türkçe... (Mi?)

Türkçe... (Mi?)
Tehlike...

Okudum Not Aldım

Okudum Not Aldım
Ne Çıkar Ateşböceği Sansalar Bizi…

Hâlâ oralardayız

27 Nisan 2010 Salı

Bir temmuz günüymüş. Hava kurşun gibi ağırmış, fırın kadar sıcak. Bir tek yaprak bile sallanmıyor, hararet ben buradayım diyormuş. Kahramanımız işsiz güçsüzmüş. Semtini bir uçtan öte uca kolaçan etmiş birilerine takılıp mavra kesmeye kalkmış. Ama nedense o gün sinirleri tepesindeymiş muhataplarının. Dinlemeye bile tenezzül etmeden def etmişler başlarından. Güneş beynine geçip de gözünün önünde kelebekler uçuşmaya başlayınca bir elma ağacının gölgesine uzanmış. Yumruğunu sıkıp kimsenin duyamayacağı bir sesle mırıldanmış “Ben bir kâşifim!.. Büyük bir kâşif!” sonra eklemiş dişlerini gıcırdatarak “Ama insanlar anlamıyorlar beni” işin enteresan yanı at sinekleri de anlamıyorlarmış onu. Etrafında fır dönüp bozuyorlarmış moralini. Olacak bu ya “pat” diye bir elma düşmüş ağaçtan kahramanımızın kafasına. Önce sıkı bir tekme atmış ona. Sonra “Hımmmm… Durun bakayım” diye fısıldamış. Hani o çizgi filmlerdeki ampullerden yanmış beyninde ve hemen oracıkta yerçekimi kanununu tespit edip, demirin yoğunluğunun pamuktan çok (!) olduğunu ilan etmiş. Eeee şey söylemeyi unuttum garibanın adı Newton’muş galiba.
Diğeri pislik adamın tekiymiş. Yanında durulmuyormuş kokudan. Bit nakli yapıyormuş yanında oturduğuna. Şikâyetler artınca vali “Tiz şu herif yıkana” demiş. Yaka paça sürükleyip hamama sokmuşlar. Gelgelelim adamda banyo kültürü yokmuş ki. Hareketleri acemiceymiş. Neticede sabunla, tası havuza düşürmüş. Sabun elbet dibi boylamış, tas yüzmeye başlamış. Bizimki muhafızlarının elinden kurtulup, çırılçıplak fırlamış çarşıya. Gırtlaklanıyormuşcasına bağırmış: “Euroka!... Euroka!” (Buldum… Buldum!) kendisine şaşkın şaşkın bakan kalabalığa şıppadanak suyun kaldırma kuvvetini açıklamış. Sanki bilinmeyen bir şeymiş gibi. Vali matrak adammış. Gırgır olsun diye katipler yollamış ona ve Kanunları (!) zapta geçirtmiş. Anladınız sanırım Arşimed’den bahsediyoruz…
***
Misalleri çoğaltmak mümkün. Biz tahsil hayatımız boyunca benzerlerini okuduk. Batılı öylesine ustaca ambalajlanıp sunuldu ki önümüze. İtirazı düşünemedik bile.
Halbuki çiçek aşısını Pastör’den asırlarca evvel Türklerin uyguladığını. Macellan ve Kopernik’in ifadede güçlük çektiği şeyleri İslam dünyasında çocukların bildiğini hep sakladılar bizden. Kısaca özetlersek, aynalarda ışık yansımalarını Muhammed İbn-i Heysem, dolaşım ve solunum sistemini Ali bin Ebilhazm bugünkü manada şematize etmiştir. Endülüslü Abdurrahman Kirmani ve Bağdatlı Muhammed bin Zekeriyya Razi mükemmel cerrahlardır. Onların yaptıkları göz ameliyatlarına günümüz hekimleri dahi hayranlık duymaktadır. Yine Musa bin Şakir’in oğulları Ahmed ile Muhammed, Sincar sahrasında yerküremizin çapını ve güneşin irtifaını hatasız denecek netlikte ölçmeyi başarmışlardır. Pîrî Reis’in çizdiği haritalardaki detaylara ancak uydu fotoğrafları ile ulaşılabilmiştir. Cabir bin Hayya cebir ve kimyanın babasıdır. Molla Kudsi’nin Esrar-ı Melekût adlı eseri astronomi ilmine ivme katmıştır. Diş hekimliğindeki günümüz tedavi metodlarının tamamı el Zahravi tarafından uygulanmıştır. Dahası mimaride tabuları yıkan Sinan’lar yetiştirmiş, ilk roket ve ilk denizaltıyı imal etmişizdir. Ama nedendir bilinmez görmeyiz bunları. Dönüp dururuz Darwin-Freud ekseninde.
Çocuklarımın ders kitaplarına bakıyorum da bir karış ilerleme göremiyorum. Hâlâ aynı teraneler. 30 yıl evvelki hikâyeler.
Bize nasıl ezberletmişler ki aradan geçen onca yıla rağmen unutamadım Astrogotları, Anglosaksonları, Anglo olmayan Saksonları, Cermenleri, Frankları.
Yunan krallarını, Mısır firavunlarını, Roma imparatorlarını..
Afrodit’in eniştesini, Sezar’ın yengesini, Kleopatra’nın şeceresini ve Şubbilulima’nın hayat hikâyesini…
Etiler, Hititler, Asurlar, Babil’de asma masalları…
Sart, İnka, Hind ve Çin medeniyetleri…
Kapadokya, Antiokya, İonya, Truva diye tanıtılan Anadolu.
Kontlar, dükler, voyvodalar, tekfurlar, nemrutlar, çarlar…
Madde madde Fransız ihtilali, satır satır Luther…
Şekspir, Goethe ve Molyer. Zorla ezberletilen Homeros destanı.
Üstüne kara çizgiler çekilen Uluğ Beyler, Ali Kuşçular…
Öcü sultanlar, uzun uzun kavaklar.
Kertenkelenin solunumu, kurbağanın sindirimi.
Kitaplarımızın yetersiz kaldığı ribo ve deoksiribonükleik asidler. Bırakın anlatmayı, hocalarımızın da anladığından şüphelenegeldiğim ATP sentezi. Başımızı döndüren siklüsler.
“Şimdi okullu olduk” basitliği, “Ali Baba’nın Çiftliğinde” boğazlanan estetik. “Orda bir köy var uzakta” hayalleriyle uzaklaştığımız hakikat.
Sonra simit parasına hesap makinesi satılan günümüzde işlemlerle tüketilen koca bir ömür. Yetmedi sağlamalar. Limitin, türevin, entegralin ve logaritma cetvellerinin nerelerde kullanıldığını merak eder dururum hâlâ. Bunlarla ilgili bize tek problem çözdürülmedi meselâ.
Diyeceksiniz ki: Hayrola?.. Yine niye yağdın gürledin?
Anlatayım efendim. Geçen yolum düştü, Milli (!) Eğitim Bakanlığımızın mağazalarından birine. Rafları karıştırdım şöyle bir.
Bakın 93 yılında basılan kataloga göre (94’de basılmadığını söylediler ki hâlâ geçerli) bazı kitapların fiyatlarını yazacağım size:
Alkibiades 667 lira.
Hiparkhos ve Kleitophon 667 lira.
Kharmides 952 lira.
Kritias 476 lira.
Lakhes 619 lira.
Meneksenos 476 lira.
Organon (5 cild) 762 liradan başlayan fiyatlarla.
Theages 476 lira.
Ve üç aşağı beş yukarı aynı paralarla Euthydemos’u, Kratylas’ı, Phaidros’u, Philebos’u, Protogoras’ı, Phaidon’u, Timçios ve Theatetos’u satın alabilirsiniz. Bunlar sadece Eflatun serisi. Aristoteles, Fenolan ve Aisopos’un eserlerini de yazmaya kalksam sayfa tükenecek.
Kitapların baskıları baskı, kâğıtları kâğıt, ciltleri de cilt hani. Bir gazetenin 10.000 liraya satıldığı devrimizde çekirdek parası. Diyeceksiniz hizmet olsun. İyi de gözüm, bir “Türk Edebiyatından Seçmeler” kitabını almak isterseniz “Theagas’ın 49.54 mislini” ödemek zorundasınız. Yine Sadi’nin Bostan ve Gülistanı “64.42 çarpı Meneksenos” fiyatına arzediliyor. Firdevsi’nin Şehnamesi’nin fiyatı ise “55 buçuk kere Kritias”…
Hizmet olduğu aşikâr da… Kime acaba?
Yunan klasiği satabilmek (dağıtmak tabiri daha uygun) için gösterilen gayretin sebebini inanın çözebilmiş değilim.
Hani bunlara karşılık kazanılmış zaferler, alınmış tavizler olur, aklım erer. Mesela kıta sahanlığı meselesi mi çözüldü, patrikhane kangreni mi ıslah edildi. Kıbrıslı ve Batı Trakyalı kardeşlerimizin hakları mı arandı? Yoksa Yunan Eğitim Bakanlığı aynı fiyatlardan Yunus Emre ve Mevlana’nın eserlerini mi yayınladı?
Haksızlık etmeyeyim. Böylesi bir hizmetin ardından Yunanlı monşerler mutlaka özür dileyecek. Papandreu illaki hizaya gelecektir.
Bakın ne diyorum Milli Eğitim Sırp klasiklerini de yayınlasın n’olur.
Şey için canım… Bosna’nın selâmeti için (!)

Annemden İşittiklerim - Rabia Akyüz
Türkiye Gazetesi Hanımeli Eki
3 Nisan 1994 Pazar

0 Yorum:

Yorum Gönder

 

2009 ·Vefâ Arşivi by TNB